4 Haziran 2010 Cuma

ADA SAHİLLERİNDE BEKLİYORUZ


Desperate Housewife'ın Türkiye versiyonuna aday olacak arkadaş grubumla Sapanca gezisinden sonra hız kesmemiş olacağız ki, bir süredir Adalar'a gitme planları yapıyorduk.
Tikican ismini taktığımız arkadaşım planı yaptı. Gün ve saat ayarlandı. Havada bir değişiklik olmazsa 9 bayan Büyükada'ya gideceğiz. Şimdiye kadar bulunduğumuz semtten bu kadar kalabalık bir güruh ile çıkmayan kadınlar baktık sapanca'da uyumlu davranıyoruz, devam dedik.
Grubumuzda kimler yok ki? Hemşire, Bankacı, Doktor, İşletmeci, Ev hanımı, Avukat, 45 yaşından sonra yüksek lisans yapan, benim gibi eski  tekstilci ve  dergi yazarı. Tek ortak noktamız şu anda hiçbirimiz çalışmıyoruz.
Desperate Housewife'dan farklı olarak o kadar da umutsuz değiliz ve kesinlikle entrikalar çevirmiyoruz.
..
Kargaların kahvaltı saatinde bizi Adalara götürecek tekneye geldik. Hafta arası olması sebebiyle tenha olacağını düşündüğümüz tekne kadınların çoğunluğuyla hemen hemen doluydu.
Tekne kapalı ve açık olmak üzere iki kısımda yolcu taşıyor. Önce üst katta başladığımız 2 saatlik yolculuğa üşüdüğümüz için kapalı kısımda devam ettik.
Heybeliada, Kınalı ada ve Nihayet Büyük adaya vardık.
Adaların ritüeli Fayton gezileridir. Beş kadın bir faytona dört kadın da diğerine binerek ada turu yaptık. 
Aya Yorgi Manastırına giden yokuşun başında büyük bir meydan var. Meydan üniversiteli gençlerle dolu. Ellerinde eldivenleri ve naylon poşetleri ile çöp topluyor,eğleniyorlar.
Etrafta faytonlardan öyle bir koku geliyor ki koca meydan da uzun süre durmak zor. Manastıra gitmek isteyenler buradan sonraki uzun ve dik yokuşu yaya olarak çıkmak zorunda. Hiçbirimiz buna cesaret edemediğimiz için faytonla yolumuza devam ettik.
Faytona bindiğimiz andan itibaren,atların dışkılarının kokusundan ne etrafın keyfine varabildik ne de adanın havasını içimize çekebildik.
Hatta bir arkadaşım resimdeki gibi kolonya kapağını burnuna dayayarak yolculuğunu tamamladı.
Diğer faytonda durumun böyle olmadığını anlayınca,"5 kişi olduğumuz için atlar zorlandı herhalde " diye üzülürken faytonun sahibi; "Kusura bakmayın bizim ata çok arpa yedirmişim." demez mi? 
Daha çilemiz bitmemiş anlaşılan diğer arkadaşların faytonu onları, geziye başladığımız yerde bırakırken bizimki bizi yaklaşık 25 atın bulunduğu bir meydanda bıraktı. Kokuyu siz tahmin edin.
Kendimizi zar zor sahile attık.
 Lido'da balık ve et yedik. Esnaf  dışarıdan gelen günübirlik turistle  yüz göz olmaya eğilimli. Fiyatlar makul değil. Yemek için çok güzel de diyemeyeceğim.
Yemekten sonra sahil boyunca yürüyüş yaptık. Koskoca adada hemen hiç bakımsız ev yok gibiydi. Beyaza boyanmış ahşap rum evleri çoğunlukta.

Dönüş yolunda tekneye binenlerin ellerindeki poşetlerde ekmek vardı."Acaba buranın ekmeğinin bir özelliği mi var?" diye düşünürken martıları görünce sebebini anladım.

Onlarca martı yol boyunca teknenin etrafında kendilerine atılan ekmekleri kapmaya çalıştılar.
Bazıları o kadar ustalaşmıştı ki hızla giden teknede,  ellerden kaptılar ekmekleri. 
Martıların bu halini görünce Hint bülbülümüz mısıra diş biledim. Neredeyse bir yıldır yediriyor içiriyoruz, haftada iki gün banyo yaptırıyoruz, bir kez bile yanımıza yaklaşmıyor.
Bu arada tekneye oturmamızla müziğin başlaması bir oldu. Öylece sakin sakin oturan bir kadın içine şeytan girmişçesine ayağa kalkıp oynamaya başladı.
Sanki diğer kadınlar ondan emir bekliyormuş gibi birer ikişer yerlerinden kalkıp oynadılar.
Fakat bir tanesi vardı ki yazmadan olmaz. Oldukça kilolu.. Parlak pembe tişört giymiş bir kadın müzikle birlikte ayaklanan kadının ardından  ayağa kalktı bir daha 2 saat sonra, o da tekne kıyıya yanaştığı için yerine oturdu.
O cüssede o enerjiyi nasıl buldu anlayamadık.
Biz kadını izlerken yorulduk, o yorulmadı.
15 yıl sonra ikinci kez gittiğim Büyükadadan güzel izlenimlerle ayrıldım.
..Ah bir de faytoncu atına o kadar arpa yedirmemiş olsaydı.. 



Hiç yorum yok: