29 Şubat 2012 Çarşamba

ŞANS - MAYA


Bazı hayatlar  sadece yaşayanları değil, ucundan kıyısından dahil olanları da etkiler,  Acaba ne oldular dediğimiz insanlar olur hayatımızda. Bazen hiç olmayacak bir anda aklınıza düşerler. 
14-15 yaşındayken evimize yakın ama akrabalık derecemiz uzak olan bir ağabeyimiz için kız kaçırdı dediler. Mahalleden herkes gibi ben de evlerine gittim ki uzun boylu uzun saçlı çok güzel bir kız mahsun balkışlarla etrafı süzüyor. Yakışıklı, çapkın ve Tarık Akan'a benzemesinin  haricinde hiç bir meziyeti yoktu. Şehirden gelen tahsilli ve güzel kız Tarık Akan'ın filmlerinden etkilenmiş olacak ki ona benzeyen akrabamızın peşine takılıp gelmişti. 

Yengemiz olan bu kızla aramızda 6-7 yaş olmasına rağmen ilk andan itibaren birbirimizi çok sevdik. Ortak özelliğimiz vardı, ikimiz de okumayı çok seviyorduk. Kocası gazete bile zor okurken yenge (İsmini özellikle yazmıyorum.) cilt cilt kitaplar okuyordu. Abi sözüm ona çalışıyordu ama en uzun çalıştığı yerde bir, bilemedin iki yıl anca dayanıyordu. Kızcağız çoktan pişman olmuştu fakat hem ailesinin rızası olmadan evlendiği için mahcup, hem de arka arkaya 3 çocuk doğurduğu için eli kolu bağlı vaziyetteydi. Zengin bir ailenin kızı olmasına rağmen zorlu geçen ekonomik şartlara gık demiyordu. Abi geziyor tozuyor çapkınlık yapıyor, yenge ile çocuklarına kayınvalide bakıyordu. Yenge sonunda ailesini araya sokarak abiye Libya'da iyi bir iş buldu. Adam Libya'ya gitti uzun bir süre karısını ne aradı ne de sordu. Kadın çocuklarına bakabilmek için babasıyla barıştı, ondan yardım almaya başladı. Babası da adamı bıraktığı taktirde kendisini geri kabul edeceğini söylüyordu. Abi Libya'da gününü gün ediyordu. Senede bir kez geliyor getirdiği üç kuruş parayı da orada burada yiyordu.

Yengenin yaşıtı bir sürü akraba olduğu halde o bütün sıkıntısını sorunlarını benimle paylaşıyordu. Aradan 10 yıl geçti. Abi Libya'dan beş parasız geri döndü. Yengenin babası nüfuslu akrabalarını araya sokarak tekrar abiye iyi bir iş buldu, orada dauzun süre duramadı. Sanırım çalışmak mayasında yoktu.
 Bir gün yenge babasını ziyarete gidiyormuş gibi evden çıktı ve bir daha geri gelmedi.
Sonra öğrendiler ki şehre gide gele babasının mahallesindeki   bir galericiye aşık olmuştu. Bana biliyormuydun diye sordular. Yengenin ricası üzerine bilmediğimi söyledim. Ama başından beri biliyordum. Onu hiç kınamadım, sadece sırrını bir süreliğine sakladım. Kocasından boşandı, galerici ile evlendi. Çocukları babaanne büyüttü. Kimse yenge için kötü bir şey soylemedi.

Abi şanslıydı.
Karısının kendisini boşamasından kısa bir süre sonra nasıl olduysa İsviçreli bir kadınla tanıştı. Kadın abiye aşık oldu, Evlenip İsviçre'ye gittiler. Kadın çalıştı abi yedi içti gezdi. Çocuklarının biri evlendi ikisi iş sahibi oldu. Senenin 6 ayını Türkiye'de gezip tozarak, 6 ayını da İsviçre'de kimse inanmasa da ona kalsa çalışarak geçirdi.
Bu süre zarfında babaanne öldü, yenge ara sıra çocuklarını ziyarete geldi. Çocuklar annelerini hiç suçlamadı, Çocuklar babalarını da suçlamadı. 
Abi şanslıydı.

28 Şubat 2012 Salı

Ece Sükan Benim Bloguma Yakışan VAIO'yu Seçti... Sıra Sende!

Bana en çok Yeşil VAIO yakışıyor!

Ünlü moda ikonu Ece Sükan, Sony VAIO için ilginç bir işe imza attı. Blogların renkli dünyası ile Sony VAIO'nun renkli dünyasını birleştiren Ece Sükan, bir çok blog gibi benim blogumu da inceledi ve yakışacak olan rengi belirledi. Ece Sükan, blog içeriği, tasarımı, duruşuna göre 6 farklı rengi olan Sony VAIO içinden bana Yeşil VAIO'yu seçti.

sony-vaio

Ayrıca Facebook üzerinde yapılmış özel bir aplikasyonla Ece Sükan profil fotoğraflarını inceliyor ve sana yakışan Sony VAIO'yu belirliyor. Sen de fotoğrafa tıklayarak Facebook üzerinden VAIO kazanma şansı yakalayabilirsin...

Bir bumads advertorial içeriğidir.

27 Şubat 2012 Pazartesi

DÜNYANIN HİÇ BİR YERİ...


"Cahillerlle tartışmayın, ben hiç galip gelemedim." demiş İmam Gazali.
 Sabah saatlerinde kızımı okula bıraktım, dönüşte BİM'e uğradım. Ablam sayesinde bir yıl önce keşfettiğim diyet mısır gevreğinden alacağım. İçeride ikisi kadın bir erkek olmak üzere 3 kişi daha var. Üçü de kasanın önünde. Kadın birden çalışanlara bağırmaya başladı.
"Benden izin aldınız mı, sizi ne ilgilendirir, ben belki yerimi vermek istemiyorum." Gayri ihtiyari dönüp baktım. Adamın elinde bir tane ekmek var, kadının market arabası ağzına kadar dolu, çalışanlar da adamı bekletmemek için ekmeği almak istemişler. kasadaki adam, görevli başka bir adam özür diliyor, kadın susmuyor.

"Dünyanın hiç bir yerinde böyle bir şey yok, sadece bizde böyle  kendini bilmezlik var."
Kimse ses çıkartmadıkça kadın konuşmaya devam ediyor. En az 3 kez dünyanın hiç bir yerinde böyle bir şey olmadığını söyledi.
 "Dünyanın hiç bir yeri dediğine göre her yerini gezmiş ve oralarda market alışverişi yapacak ve böyle bir olayın olmadığını anlayacak kadar kalmış olman lazım." demek için dayanılmaz bir istek duydum. Adam bile konuya müdahil olmadığı için benim kaynak yapmam hoş olmazdı. Ama bu kadının şayet varsa eşine çok acıdım. Hani evlat olsa sevilmez derler ya aynen öyle bir kadındı. Baktı ki kimse ses etmiyor, çalışanlar özür diliyor bu sefer de abla edalarında; "Size öğretmek için söylüyorum bunları." dedi.

 Aldığımı bırakıp çıkmaya niyetlenirken diğer kasa açıldı ve o kasaya doğru ilerledim. Hakkında bir sürü yorum yapılan adam da benim arkamda sıraya girdi. Sinirlendiği ama sabrettiği belliydi. Kendi dahili olmadan bir sürü söze maruz kalan adama yerimi vermek için ;"Buyurun." dedim. Maksadım bu kadınla daha fazla bir arada durmasını önlemekti. Minnetle yüzüme bakıp teşekkür etti. Tek ekmeğin parasını ödeyip çıkarken kadın hala söyleniyordu. Adamın arkasından bakarken;  Acaba bu adam İmam Gazali'nin "Cahillerle tartışmayın, ben hiç galip gelmedim." sözünü mü hatırlamıştı, yoksa sırtında bizim görmediğimiz bir kanat mı taşıyordu?

23 Şubat 2012 Perşembe

KİRPİ UN KURABİYESİ


Evde üç tane kız ve çayın yanına bir şeyler yemek isteyen erkek olunca bizim fırın tam gün çalışıyor. Patates kızartması yememek için fırında elma dilim patates ile başlayan fırın maceramız iki kaşık zeytin yağıyla harmanlanmış, biraz tuz, biraz baharatla karıştırılmış fırında patlıcana kadar ilerledi. Kızlar sanılanın aksine daha gelenekçi, her zaman yaptığım tatlı, kek ve kurabiyeleri iştahla yerken; Beyefendi farklı tatları denemeyi sevdiğinden ben de eski tariflerime ufak tefek rötuşlar yaparak sofraya getiriyorum.
Sık gidişlerimizden birinde sevgili Nesrin önerdi Kahve Dünyasındaki bitter kırpık çikolatayı. Keşfettiğim günden beri ota çöpe nereye denk gelirse kullanıyorum. Fena da olmuyor.

Kirpi Un Kurabiyesi
1 paket buğday nişastası
1 su bardağı un
1 paket margarin ( oda sıcaklığında yumuşatılmış)
1 su bardağından iki parmak eksik pudra şekeri
1 yumurta beyazı
1 su bardağı İri dövülmüş ceviz
Kabartma tozu, vanilya
Süslemek için kırpık çikolata
Çikolata haricindeki bütün malzemeleri karıştırıp kulak memesi yumuşaklığında hamur haline getirin. Elinizle oval şekiller verin. Kırpık çikolataya bulayıp önceden ısıtılmış 180 derecedeki fırında üzeri hafif pembe olana kadar pişirin.
Afiyet olsun.
 

Dikkat: Rumeli Hisarı'nda Ejderhalar Var!



"Eski aşklar Yeşilçam'da kaldı" lafı klişe olmaya yüz tutmuşken, fırtınalı sevdalar, çekişmeli ilişkiler günümüzde hem magazin basınında hem de yakın çevremizde -buna kendimiz de dahil- karşımıza bolca çıkıyor. Sevgilimizi elimizden almak isteyen dış mihraplar yoğun şekilde çalışırken bize de biricik aşklarımızı elimizde tutmak için yapmamız gereken çok iş düşüyor. Bu konuya nereden geldiğimi açıklıyorum!

8x4 yeni deodorantları Beauty ve Beast için muhteşem bir project mapping uygulaması daha yapmış. Gösterinin hikayesi kısaca şöyle: romantik bir aşk hikayesi kötü niyetli bir ejderhanın tehdidi altına giriyor. Kahraman erkeğimiz çekici kokusunun da yardımıyla güzel kızı kurtarıyor ve hikaye mutlu bir şekilde sona eriyor.

8x4 dünyasını Facebook'tan takip etmek isteyenler; http://www.facebook.com/8x4Turkiye

Bir bumads advertorial içeriğidir.

22 Şubat 2012 Çarşamba

YOGA - NAMASTE


"Az hareket, bol yemek, kar, soğuk yüzünden dışarıya çıkamamak yol, su ve kilo olarak bedendeki yerine yerleştiğinde yavaştan yediklerime dikkat etmeye başlamıştım ki bu sabah ha gayret diyerek spor salonundan içeriye girdim. Erkeklerin işe, çocukların okula gitme saati olduğundan içerisi kadın kaynıyor. Uzun zamandır aynı spor salonuna giden arkadaşım saat 11'de Yoga var deyince, zaten "Yogi" gibi olan bedeni ancak yoga kurtarır diyerek görevliye yoganın hangi salonda yapıldığını sordum. Genç spor hocası ; "Üst kata çıkın soldan koridoru takip edin. " dedi. Üst kata çıkıp koridora geldiğimde bambu kütüklerinin  ağaçtan bozma dekorlar oluşturduğu,  Japon veya Çin ezgilerinin çalındığı koridorda ilerlerken zaten havaya girmiştim bile. 

Geniş bir salonda 25 kadar kadın mavi yoga minderlerinde olurmuş hocanın komutunu bekliyordu. Kapının kenarındaki son minderi kapıp en arkaya konuşlandım. Ayakkabılarımı çıkartıp bağdaş kurdum. Tam yanımdaki kadına "merhaba" der gibi bir baş hareketi yaparken şeytan dürttü. Aklıma "Recep İvedik" filmindeki Yoga sahnesi geldi. Bilmeyenlere söyleyecek bir şeyim yok ama filmi izleyenler anlayacaktır. İstemsiz bir halde sırıtıyorum. Bizden biraz daha yüksekçe bir platformda oturan hoca ağır ağır komut veriyor ve akla gelebilecek en komik hareketleri yapmamızı istiyor. Benim gibi ilk kez gelen 2-3 kişinin haricinde diğerleri bir süredir geliyorlar ki hocayla araları iyi. 

Benim haricimde herkes kısa kollu giyindiği için cahil kadrosundan ter içinde hareketleri yapmaya çalışıyorum. Zor bir hareketi salondaki iki kadınla birlikte ben de yapınca hoca yanıma geldi ve "Bravo" diye cesaretlendirdi. Tam bu sözlere şımaracağım sırada; "Bununla pişmediniz mi?" diyerek üzerimdeki uzun kollu ve kapşonlu Sweetshirt'ü gösterdi. Bu arada bütün gözler bana çevrildi. Kış günü bu kadar sıcak bir yer beklemediğimden kısa kollu giymemiştim ama böyle demek yerine "Yoga'ya girmeye son anda karar verdim" dedim. Ama çevreye doğru; "tamam uzun kollu giyinmiş olabilirim, sıcaktan pişmiş de olabilirim ama sizin yapmadığınız bir hareketi ilk kez geldiğim halde ben yaptım." dermişçesine bakıyorum.

Bir saate yakın ayağımızı kaldırdık, boynumuzu uzattık, kolumuzu kıvırdık. Başımızın üzerinde amuda kalkmaya çalıştık. Sonunda yere sırt üstü yattık. Hocanın sözleri ninni gibi geldi. "Şimdi kollarımızdaki enerji boynumuza, oradan da kalbimize ve ayaklarımıza geçiyor. Ciğerlerimiz enerji ile doluyor..." derken zaten sabah 6'da kalkmışım ağırdan uyku hali bastırdı. Bu sahneyi de Recep ivedik'te izlemiştim. Hafif bir kıkırdamayla gözlerimi açtım. 
"Bu günlük bu kadar Namaste.." dedi hoca.
Yoga bir sporsa ben bayıldım bu işe.
Spor salonu maceralarım devam edecek gibi görünüyor.

Photo:Tumblr

18 Şubat 2012 Cumartesi

LAVAŞ - PİHMACUN


Hafta sonları basit yemeklerle günü kotarıyoruz demiştim ya bu işe hem ben hem de evdekiler çok memnun oluyorlar. Kızlar bazen "Anne iyice aştın" diyerek cesaretlendiriyorlar.
Bu gün size hem basit hem de çabucak olacak bir tarif vereceğim. Yakınlarınızdaki bir markette lavaş bulmanız şartı ile.
 LAVAŞ - PİHMACUN

Malzemeler
Sos için; 3 çorba kaşığı biber veya domates sosu. 3 çorba kaşığı sıvı yağ, pul biber, nane, iki diş dövülmüş sarımsak, bir çorba kaşığı su, biraz tuz. Sos malzemelerini bir tas içinde karıştırın.
4 parça lavaş ekmeği
Çeçil, hellim veya tel peynir
ince ince doğranmış iki yeşil biber
ince ince doğranmış roka
İsteğe göre sucuk, sosis, lor peyniri veya sadece yeşilliklerle de yapabilirsiniz.

Lavaş ekmeklerini tepsiye sığması için iki parçaya bölün. Fırını 180 dereceye ayarlayıp ısıtmaya bırakın. Bu arada tepsiye koyduğunuz lavaşın üzerine fırça yardımı ile sosu sürün. Üzerine biber ve tel peynirini, yine isteye göre sucuk parçalarını koyup sıcak fırında 5 dakika pişirin. Lavaş zaten pişmiş olduğundan kızgın fırında üstü hemen pişecektir. Fırından çıkarttığınız soslu lavaşın üzerine arzuya göre doğranmış roka, biraz nar ekşisi ve ceviz taneleriyle sıcak sıcak servis yapın.
Afiyet olsun.
Not: Tarife koyulan isim büyük kızımın önerisi ile oldu.  Pide lahmacun gibi bir şey..:)

17 Şubat 2012 Cuma

PAUL AUSTER VE KIŞ GÜNLÜĞÜ


Başbakanımız;"Gelsen ne olur, gelmesen ne olur." dediğinde "Kış Günlüğü" adlı kitabını raflarda görmüş ve almaya niyetlenmiş fakat bu kadar gündeme düşünce  tereddüt ettmiştim. Sonunda merakım ağır bastı ve kitabı satın aldım. İnce bir kitap, ama bu inceliğe karşı yazar kelimeleri cimri kullanmamış. Her sayfayı dolu dolu okuyorsunuz.
"Kış Günlüğü" adından da anlaşılacağı gibi Paul Auster'ın anılarını anlattığı bir kitap. Kitapta kendisine hitap eden bir dil kullanmış.

Yazılarını bilgisayarda değil" kelimelerin çözülmesi için fiziki bir jest lazım" diyerek kağıt kalemle yazarmış. 
Aslen Amerika'lı olan 65 yaşındaki yazar kitabının tanıtımı için Türkiye'ye davet edildi. Tutuklu gazeteciler yüzünden gelmeyeceğini söyleyince, Başbakan anında cevap verdi. Böylece yazarın kitabını tanıtmasına gerek kalmadı. Aslında dolaylı da olsa bir Başbakanla polemiğe girmesi  ilk değilmiş. ABD başkanı Bush'a hitaben savaş karşıtı bir şarkı sözü yazmış.

Paul Auster'ın diğer kitaplarını okumadım, senaryosunu yazdığı "Smoke"   filmine gitmedim fakat sosyal paylaşım sitelerinde bazı sözlerin altında adına ve resmine rastlamıştım.
"Aslında çok konuşan kadın yoktur, karşıdaki hiç bir şey anlamadığı için açıklama yapan kadın vardır."
"Aslında sorulmalı 'Senin için ölürüm' diyen sevgiliye. "Sen benim için ölürsen, ben kimin için yaşayacağım' diye."
"Artık insanları tanımak için zaman kaybetmiyorum; nasıl olsa onlar zamanı gelince kendilerini tanıtıyorlar."
"Kış Günlüğü" kitabını zevkle okudum. Sonra yazar hakkında bilgi edinmek isteyince yukarıdaki bilgileri buldum.
Geçen yıl severek okuduğum "Annem Belkıs" otobiyogrofisinin yazarı Gündüz Vassaf: Auster hakkında güzel bir yorum yapmış. Ben yorumsuz aktarıyorum;
 "Auster bir yandan kendisini Türkiy'ye gelmesine ambargo koyarak Popilizm, bir yandan da kitaplarını burada pazarlayarak Oportünizm yapıyor."

15 Şubat 2012 Çarşamba

KAR YAĞDI BÖYLE OLDU


Galiba orta yolu bulamıyoruz. Daha on gün önce;"Ay ne güzel kar yağıyor." sözleri "Yine mi yağacak yaa" şikayetlerine dönüştü. Şubat ayındayız, hava 17 derece olsa saçma olmaz mıydı? Odunu kömürü olmayanlar kışı çıkartamama derdindeyken, evini doğalgaz ile ısıtanlar; "Ya Rusya doğalgazı keserse" diye dert ediyorlar. Yani anlayacağınız kar havasından ekonomik durumu olan da memnun değil durumu olmayan da. Çocukluğumun Sapanca'sında kar yağdıysa bilirdik ki tel dolaplarımızda çuvalla un, tarhana, turşu, pekmez, ev yapımı makarna, yazın tarladan toplanıp kurutulmuş fasulye, mısır bolca bulunur, kışlık odunlar yazın sonuna doğru zaten istif edilmiş olurdu. Aynı karınca misali rahat bir kış geçirirdik kuzine sobaların başlarında. Şimdi Ağustos böceği misali günü gününe yaşadığımız için biraz kar yağdığında marketleri talan etmemiz bu yüzden olsa gerek. 

Sabah evlerin çatılarının karla kaplı olduğunu görünce Beyefendi'nin yüzü asıldı. Akşama eve vaktinden gelmek gerek diye düşünmüş olmalı. İstanbul'da bir semtte kar yağarken başka bir semtte güneş açtığını bildiğimizden bir kaç saat sonra ne olacağını tahmin etmek gibi bir şansımız da yok. 

Evdekiler kimi okula kimi işe olmak üzere"Ya Allah" diyerek düştüler yollara. Ben de tavşanımız popi ile baş başa kaldım. Şöyle bir bakıştık. Çocukların yanında sevmiyorum ya pek. Yoksa benden biraz yüz bulduklarında evin her yerine götürecekler. Niyetimi biliyor mu nedir çocuklar varken yanıma gelmiyor. Yalnız kalınca gözünü dikip acıklı bir halde yüzüme bakıyor, kıyamıyorum; biraz başını okşamak için eğildiğimde hemen oturup kendini sevdiriyor. 
Ben bu hayvanı sevmeye mi başladım ne?

14 Şubat 2012 Salı

14 ŞUBAT SAAT: 1O.45


Sevgililer günü dolayısı ile gazetelerde, televizyonlarda reklamlar tavan yapmış vaziyette. Eskiden sadece çiçek ve pırlanta reklamları dönerken, şimdi yatak çarşafından oyuncağa, hatta arabaya kadar her kalemde reklam var. Kim ne alıyor ne yapıyor bilemiyorum.
Ama piyasanın canlanması açısından böyle özel günlerin değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bu yıl sevgililer günü şike davasının başlaması ve Mit başkanı için çıkartılacak olan yasanın konuşulması yüzünden güme gitti diye düşünüyorum. 
Kendi açımdan Sevgililer Günü son 18 yıldır başka bir anlamda geçiyor.
18 yıl önce bugün küçücük bir meleği verdiler elime. "Tam da sana benziyor." diyerek.

Yumruk yapmış ellerini kokladım. Sonra yavaşça açtı gözlerini. O anda  şehla şehla bakan o gözlere aşık oldum. Sonra büyüdü ilkokula başladı. Buğday rengi saçları, minicik yüzüyle sessiz sessiz dolaşırdı peşimde. Büyüdükçe sessizliği neşeye döndü.
Şimdi cıvıl cıvıl bir genç kız. 
İyi ki annen olmuşum, iyi ki seni doğurmuşum. 
Doğum günün kutlu olsun Mercimeğim.

13 Şubat 2012 Pazartesi

BANKA HESABIN DEĞİL, TWİTTER HESABIN OLSUN


Aslında Nazlı Ilıcak'tan cesaret aldım. Benden yaşça çok büyük olmasına rağmen bir süredir kullandığını biliyordum, Van depreminde Cep telefonları çekmezken kazazedelerin Twitter'la Akut'a mesaj yollaması sonucunda yerlerini bildirmeleri ve kurtarıldıklarını duymuştum. Kana ihtiyacı olanların sıkça başvurduğu ve sonuç aldığı bir paylaşım sitesi olduğu söyleniyordu. Her sitede olduğu gibi bunu da kötüye kullananlar vardı tabi ama bıçak ekmek de keser insan da düşüncesinden yola çıkarak niyetlenmiştim ki,  Nilgün Belgün'ü de duyunca Twitter'a girdim. (Girdim diyorum, acemiyim ya henüz. Belki bu girmenin başka bir adı vardır ama idare edin:))

Aslında geçtiğimiz günlerde takip etmem gereken önemli bir kanun vardı ve bununla ilgili sıcağı sıcağına bir şeyler öğrenmem gerekiyordu. Bu vesile ile kendime bir hesap açtım.
Aman allahım! Nasıl bir hareketlilik, ne çok yazma hevesinde olan insanlar var. Ve de nasıl bir sirkülasyon anlamak mümkün değil. 
En çok yazan herkesin tahmin ettiği gibi Erol Köse. Hemen hemen her dakika yazıyor. Hiç mi birileriyle önemli bir toplantısı, sohbeti yok? Ne zaman uyuyup uyanıyor, bu kadar resmi, bilgi ve belgeyi nereden buluyor anlamak mümkün değil. 7/24 yazıyor. 
Nilgün Belgün de öyle. Kendisini takdir ederdim ama bu kadar yoğun bir hayatı olduğunu bilmezdim. Bu yaşta bu enerjii ne diyelim bravo doğrusu.
Televizyonlarda ciddi ciddi siyaset konuşan Nazlı Ilıcak genç kız sevimliliğinde yazıyor. 

Takip ettiğim mizahçıların pek çoğu Twitter hesabı açmış ama zaten lafla iş yaptıklarından yazı işinden bezmişler herhalde, diğerlerine göre çok az yazıyorlar. Köşe yazarları yazılarının linklerini paylaşıyor. Bir nevi tanıtımlarını yapıyorlar. Ama Ahmet Hakan sık yazıyor. 
Uzun zamandır Twitter hesabı olanların söylediğine göre Cüneyt Özdemir de en az Erol Köse kadar yazıyormuş.
Maksadım sadece takip etmek bir şeyler yazmak değil aslında, ama büyük kızım beni takip etmeye başlamış bile. Ortanca kızım ise " Ya anne ya!" diyerek tepki gösterdi. Onu takip etmek gibi bir niyetim olmadığını söyledim ama  tedirgin ne demekse. 
Birilerinin ne yaptığını öğrenmeye ne kadar da meraklı bir milletmişiz diye düşünürken Twitter hesabı açtığım için kendime hayret ediyorum.
Dur bakalım ne olacak...

I LOVE MY FOLLOWERS


"Kireçten tıkanıp akmakta zorlanan musluk gibi" demiş Dört Yapraklı Yonca, yazı yazmamaktaki bahanesi için.   http://dortyaprakliyonca.blogspot.com/   Bende de tıkanma oldu tıpkı Yonca gibi.
Son günlerde "Neden yazmıyorsun?" diye şikayetler almaya başladım. Çorba karıştırırken telefonla konuşsam çorbayı taşırırım. Araba kullanırken hiç makyaj yapmadım, kısacası iki işi aynı anda yapan becerikli insanlardan değilim.
 4 aydır roman yazmakla meşgulüm, çok iyi gidiyor. Bu işi yapanlar ne hissediyor bilmiyorum ama kahramanlarımın benin yarattığım mekanlarda yaşadığını düşünmeye başladım. Onlarla birlikte koloni halinde yaşıyorum. Sanki kafamda  kocaman bir çuval var  ve beynime girmeye çalışan kelimelerle boğuşuyor.  Bu yüzden ilk göz ağrım Blogumu her gün düzenli yazamıyorum. 
Yaşattığım bu teknik arızalardan  dolayı takipçilerimden özür diliyorum. 
Beni bırakmayın olur mu?

11 Şubat 2012 Cumartesi

KARBONHİDRATLARIN CAZİBESİ


Pazar sabahı erkenden kızımı dershaneye bıraktım. Dönüş yolumda  simit almak için Komşu Fırına uğradım. Arabamı özellikle  uzağa park ettim ki biraz yürüyeyim. Güneşli olmasına rağmen buz gibi bir hava yüzüme çarptı. 
Komşu Fırının sırasında bir sürü yiyecek, içecek dükkanı  bomboşken burada bu saatte insanlar kuyruğa girmişlerdi. Çocuklara normal kendime ise tahıllı simit aldım. Bazı aileler üzerlerinde kayak kıyafetleri ile dışarıda oturmuş kahvaltı yapıyorlardı. Herhalde günü birlik Kartepe'ye gidiyor olmalılar. Kartepe günlerimizi özlemle hatırladım.
Sabah erkenden kalkmışlar, ne güzel. Soğuk havayı karşılayabilmek için karbonhidrattan destek alıyorlar. 

Dönüş yolunda aldığım simitlerin kokusu bütün arabaya yayılmıştı. Sapanca'da sabahları simitçi çocukların bağırışları geldi aklıma. Simit'in, poğaçanın, üzerinden dumanı çıkan ekmeğin görüntüsü bile mutluluk veriyor insana. 
Bize mutluluk veren her şeyin zararlı olması ne kadar ironik. 
Sebze yerken mutlu olan birine hiç rastlamadım. En iyi tahminle sebzeyi yerken şöyle düşünüyor insan; "Bu ıspanağı yediğim iyi oldu. Bağırsaklarım düzene girecek. Midem rahat bir sindirim yapacak, kendimi hafif hissedeceğim." 
Yoksa; "Ay! ne kadar güzel bir tadı var, adeta damağımda eridi." diyen olmaz. Ama çikolatalı kruvasanın bir parçası bile henüz midemize inmeden dudaklarımıza mutlu bir gülümseme kondurabilir. Ispanak için mantık yürüten beyin o anda çılgınlar gibidir ve sadece şöyle der; "İşte bu, mutlusun.."
Elimde Komşu fırın poşetiyle eve geldim. şarkılar mırıldanarak çay suyunu koydum.
Mutluyum.

8 Şubat 2012 Çarşamba

CHARLES DİCKENS


Dün İngiliz edebiyatçı Charles Dickens'ın doğum yıl dönümü yazıyordu Google'ın ana sayfasında. Oliver Twist, David Copperfield, Antikacı Dükkanı gibi romanların yazarı 1812 yılında İngiltere'de doğmuş. İlk romanını 37 yaşında yazmış. 
Çocukluğunda durumları iyi olmasına rağmen babasının işlerinin bozulması ve hapse girmesiyle zor bir gençlik geçirmiş. 
Yüzünü kuzey yönüne çevirerek uyurmuş. Böylece yazma yeteneğinin güçlendiğine inanırmış.
Romanlarını tanıtmak için okuma turneleri düzenler, okuyucularına kendi sesiyle yapıtlarından bölümler okurmuş. Bu bölümler için günlerce çalışır, yazıların yanına konuya göre "Hayret et, üzül, neşeli ol." gibi notlar alırmış.
Şans getirsin diye eşyalara üç kez dokunurmuş.

Kimsesizler morgunda vakit geçirmeyi severmiş.
Aşık olarak evlendiği ve 10 çocuklarının olduğu eşini bırakıp genç bir kadınla yaşamaya başlamış. Buna gerekçe olarak da eşinin çok şişmanladığını söylermiş.
Londra'daki evi müze olmuş ve ziyaretçilere açılmış. Söylendiğine göre evi ziyaret etmek için arayanlar bulmakta zorlanıyorlarmış. Çünkü ünlü yazarın müze evini İngilizlerin pek çoğu bilmiyormuş. ( Sevgili Nuray haftaya Londra'ya gittiğinde ararsın artık.:))
Geçen yıl DVD aldığım dükkanda Charles Dickens'in "Antikacı Dükkanı" filmini görünce dönem filmlerini sevdiğim için hemen aldım. 
Hay almaz olaydım. 

Konu şöyle; Nell isminde 13-14 yaşlarında dedesinden başka kimsesi olmayan bir kız var. Dede antikacı dükkanı sahibi, aynı zamanda kumarbaz. Borcu yüzünden dede torun kaçıyor, alacaklıları da peşlerine düşüyor. Film boyunca hiç mi iyi bir şey olmaz. Dede kızın gizlice biriktirdiği parayı çalıp kumarda kaybediyor, bir sürü kötü insanlar derken filmin sonlarında;"Artık iyi bir şey olması gerekir." diye beklerken kız soğukta ve yağmurda kalarak  hastalanıyor ve ölüyor. Kötülerin başına bir şey gelmiyor, iyi kız öldüğü ile kalıyor. 
"Allah öbür dünyasını verir." diyenlere bir çift sözüm var. Kızcağız müslüman da değil.
Ne olacak şimdi?


3 Şubat 2012 Cuma

KİBARLIK BUDALASI


Kızımı dershaneye bıraktım dönüyorum. Her taraf karla kaplanmış. Belediye yolları açmış ama iki araba yan yana zor geçiyor. Kaldırım hak getire. Kaldırımın olması gereken yerler karlarla kaplı. Yayalar yolun ortasından gidiyorlar.  Sitemize giden yolun başında bir kadın 9-10 yaşlarında oğluyla birlikte ilerlemeye çalışıyor. Arabayı durdurup benim siteye gidiyorsa götürebileceğimi söyledim. Sevindi hemen girdiler arabaya. Siteye temizliğe geldiği belli. Okullar tatil olduğu için çocuğunu evde bırakmamış yanına almış. Ev sahiplerinin en sevmediği şey temizliğe gelenlerin yanlarına çocuk getirmesidir, kendimden ve arkadaşlarımdan biliyorum. O gün kadından iş bekleme. Çocuğu ile ilgilenmekten bir şeycik yapamaz. Ev sahibi de ayıp olmasın diye annesine çocuğa habire bir şeyler yedirip içirmesini söyler.Amacı kibar işveren olmaktır.

Sitenin iki girişi var. Kadın; Ben buraya gireceğim canım." diyerek benim de gireceğim kapıyı gösterdi.
"Canım" lafını duyunca bütün iştahım kaçtı. Benden en az 10 yaş küçük biri.
"Canım" dediğin kişi ya çocuktur, ya da arkadaşın, sevgilin, eşin, çocuğundur. Kibarlık yapacağım diye işin ucunu kaçırdı.
Kibarlığı düşününce okuduğum bir haberi hatırladım.
İtalya'da Trieste Üniversitesinde yöneticiler için kibarlık dersleri veriliyormuş. 

Derste öğretilenlerden bazıları şunlar;
Temizlik yapan hanıma iyi davranırsanız masanızın diğer arkadaşlarınızın masasından daha iyi temizleneceğinden emin olabilirsiniz.
Sesinizi hiç bir durumda yükseltmeyin ve sürekli konuşmayın.
Yapay bir gülümseme hemen anlaşılır, zorlama olacaksa gülümsemeye çalışmayın.
Espri yaparken birilerini incitecek kelimelerden kaçının.

Öneriler böyle uzayıp gidiyor derken  aklıma geldi." İzmir SGK'ya yolu düşen vatandaşlar kendilerine "Beyefendi, Hanımefend"i diye hitap eden memurlar yüzünden şok yaşıyorlar. " diye manşet vardı gazetenin birinde. SGK İzmir İl Müdürü 511 çalışanına kibarlık semineri düzenlemiş. Doğan Cüceloğlu'nu bu seminerlere davet etmiş. Bu sayede kişisel eğitimden geçen memurlar vatandaşa daha kibar davranmaya başlamışlar. Görmüşler ki işler eskisinden daha düzgün işliyor.
Geçen yıl emekli olmak için gittiğim SGK'da görevlilerin bırakın siz kelimesini "Sen" derken bile öğle bir tarzda söylüyordu ki "Allah benim belamı versin. Ne bu konuşmayı duyayım ne de bu maaşı alayım demek istemiştim.
Bizde de "Ahlak" diye bir ders var ama  Kibarlık ve Ahlak dersi olarak değiştirilse, ilkokuldan itibaren zorunlu olarak verilse ne güzel olmaz mıydı?



2 Şubat 2012 Perşembe

Westwing'den Sizlere Özel 15 TL Hediye Çeki!


Westwing nedir? Almanya’da başlayan müthiş bir özel alışveriş hareketi. An itibariyle 20 ülkede faaliyette olan, ev ve yaşam konseptli ürünleri %70’e varan indirimlerle satın alabileceğimiz bir online alışveriş klübü. Westwing Home & Living, stil sahibi evlerin yeni adresi niteliğinde. Westwing Ailesi, Westwing Türkiye’deki birbirinden özel markaları ince eleyip sık dokuyarak belirliyor, editörler tarafından belirlenen özel konseptlerle ekranımıza düşüyor.


Peki kimin başının altından çıktı bu fikir? Dünyanın en çok satan dergisi Elle ve Elle Decoration’da uzun yıllar editörlük yapan Delia Fisher, Almanya’da Westwing akımını başlattı. İyi de yaptı! Şimdi Türkiye’de online alışveriş ve stil önerilerinde bambaşka.


Westwing Türkiye, tabi ki bundan ibaret değil. Online dergi bölümü de mevcut. Aynı zamanda dünyadan farklı yaşam stillerinin, son trendlerin ve tasarım harikalarının yer aldığı bir ilham kaynağı.  Ev yaşamına dair ipuçları, pratik dekorasyon tüyoları da cabası.


En özel markalar, titizlikle hazırlanan koleksiyonlar ve müthiş indirimler... Bo Concept, Koleksiyon, Maxxdepo gibi tasarım öncüleri seçiliyor. Diğer alışveriş sitelerinden bir başka farkı da stil önerileri, dekorasyon ipuçları, en yeni trendler ve dünyadaki dekorasyona dair olup bitenlerin de yer alması.


Bize de böylesine güzel özelliklere sahip bir stil öncüsü www.westwing.com.tr ailesine dahil olmak ve bu özel klübe dahil olmak kalıyor. Görünen o ki, hepimizin dilinden düşmeyecek bu format, fenomen olmaya aday.

Size özel 15 TL indirimden yararlanmak için tıklayın.


Bir bumads advertorial içeriğidir.