14 Ekim 2012 Pazar

TATİL SÜRESİ NE OLMALI?


İngiliz psikolog David Lewis'in dediğine göre tatil üç günü geçmemeliymiş ve evimizden dört saat uzaktaki bir yere gitmeliymişiz.
David İstanbul'a gelmemiş anlaşılan. Büyükçekmece'den tatil için çıkan bir aile dört saatte anca pendik civarına gelebilir. Aynı şekilde Kartal'dan yola çıkan bir aile taş çatlasa Silivri'ye kadar gelir ve orada bir pansiyonda tatilini yapıp geri döner. Bırakın Çanakkale'den egeye doğru gitmeyi Asos'a gidebiliyorsanız şanslısınız.

Aslında David doğru söylüyor. Uzun saatler süren araba yolculukları insanda tatil keyfi bırakmıyor. Ama Eskiden Antalya, şimdi de Bodrum'a veya Alaçatı'ya gitmeden tatili tatil saymayan bir millet olarak yolculuklar bizi fazla etkilemiyor. Hatta tatile giderken yapılan kazalardan kimse ders almıyor.
Kısacası tatil denince akan sular duruyor.
Bunları yazan ölümlü tatili sevmiyor gibi bir algı oluşturmasın okuyanda. Tatile pek çok kişi gibi ben de bayılıyorum ama uzun olanlarını pek sevmiyorum. 3-4 günlük tatilden tadı damağımda kalarak dönmeliyim ki tekrar  gitmeğe iştahım ve isteğim olsun.

Kurban Bayramının yaklaştığı şu günlerde 9 gün tatil olacak mı olmayacak mı diye tartışılırken hükümet büyüklerimiz Allahtan 9 gün tatil yapacak kadar zengin bir ülke olmadığımızı hatırladı da iş gücünden etkilenmemek için tatili 6 günde bıraktı. 
Çin'de geçtiğimiz hafta Sonbahar tatili vardı. Bu yıl sekiz gün olan tatil sırasında meydana gelen kazalarda 794 kişi ölmüş, 2 binden fazla kişi de yaralanmış. Yetkililer ölü sayısının geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 46 azaldığını söylemişler. 
Önce insan bu rakamı görünce hayret içinde kalıyor. "Vay be biz de Ramazan Bayramında kazalarda ölen 74 kişiye çok diyorduk." gibi bir düşünce geçiyor insanın aklından. Sonra nüfusumuzun 75 milyon olmasına karşılık Çin'in nüfusunun 1 milyar 75 milyon olduğunu hatırlayınca ölü sayısının o kadar da fazla olmadığınıfark ediyoruz.

Tatil süresi ne olmalı diye sorduğum kişilerden gençler ve öğrenciler içinde 365 gün diyen de oldu, 6 ay diyen de oldu, 3 ay diyen de. Sorduğum kişilerde yaş ilerledikçe tatil süresi ters orantılı olarak azaldı. En az söyleyen bir hafta dedi. Fakat tatili yapmanın gerekli olduğu konusunda hemen herkes hemfikir oldu.
Sizce tatil süresi ne olmalı?


11 Ekim 2012 Perşembe

BAŞKASINA AİT BİLGİSAYARI KULLANMAK


Artık telefonlardan bile internete girilebildiği halde bilgisayarın yeri başka. Hele bir de yazı yazacaksanız, uzun bir işiniz varsa bilgisayar şart.
Kendi bilgisayarınıza ulaşamadığınız durumlarda başkalarının bilgisayarını kullanırken ne hissedersiniz?
Bilgisayarla aranız iyi olsa da acaba rahat kullanabilir miyim diye kısa bir panik yaşıyor insan. Sonra tıpkı başkasının arabasını kullanırken duyulan rahatsızlık benzeri bir hisle tanışırsınız. "Şimdi buna bir şey olursa benim üzerime kalacak. Kör ölünce badem gözlü olurmuş misalı kıymete binecek"diye düşünülebiliyor.
Sonra merak; masaüstü ekranına koyduğu resimden tutun da kısayol resimleri ve dosyalarına kadar yan gözle bakma isteği. Tabi bu çaktırmadan yapılır. "Senin bilgisayarın benim hiç ilgimi çekmiyor, işimi bitirim kapatacağım," havalarında.

Siz Firefox kullanıyorsunuzdur, bilgisayar sahibi Crome, ya da  explorer. Aradığınız yere nereden girildiğini bulana kadar uğraşırsınız. Karşıdaki kişi bilgisayarını karıştırdığını düşünecek diye eliniz ayağınız dolaşır ama renk vermezsiniz.
Ya tuşlardan birini beğenmeme, ya da bilgisayarın yavaş olduğunu söyleme cesareti biraz daha kendi bilgisayarına güvenenlerin tercihi olur. ( Bu durumda bilgisayar sahibini o bilgisayarı kafanıza geçirme senaryolarını kendi kafasında canlandırma ihtimali büyük tabi.)
Şifre ile bir mail adresine girilecekse şifreyi saklama ihtiyacı, arkasından;" acaba mail adresimi kapatmayı unutur muyum," paniği. 
Bu işlemler yapılırken acemi olmadığını kanıtlamak için hızlı yazmaya çalışmak ve her defasında hata yapmak kaderin bir cilvesi olduğundan işi oluruna bırakmak lazım.

Siz işinizi yaparken bilgisayar sahibi de gizliden gizliye heyecan içinde olabilir. "Ya Arama motorunda bir şey ararken hafızasında Adriana Lima'nın sitesine girdiğimi görürse. Bu tür şeylere inanmadığımı söylerken her gün burç yorumlarını okuduğumu fark ederse. Hay Allah bir de siteyi masaüstüne almıştım." gibi bir sürü konuda telaşa düşebilir.
Ankara'da Check-in yaptırmak için eniştemin bilgisayarını aldım. Eniştem başımda dikildi, baktım elim kolum birbirine dolanıyor benim adıma işlemi yapmasını rica ettim. Hem o rahatladı hem de ben.
Eniştem internet üzerinden Briç oynuyor uzun saatler geçiriyordu.  Ablam kızıyor diye  bıraktığını artık satranç oynadığını söylemişti.
Masa üzerinde  briç sitesinin durduğunu fark ettim. Ablama ispiyonlasam mı acaba?



10 Ekim 2012 Çarşamba

GÜLE GÜLE POPİ


Tam 24 yıl olmuş.
Pofuduk, tombul, kıvır kıvır saçlar, gözünden yaş eksik olmayan ama o yaşlı gözleri cin gibi bakan bir çocuktu. Üç kızım içinde en az sorun yaşadığım büyük kızım oldu. İlk göz ağrım ilkokul arkadaşıyla birlikte iş yerlerine yakın bir semtte ev tuttu. Artık günün yaklaşık dört saatini yolda geçirmeyecek. 
Bu süreçte beni bir telaş aldı ki sormayın. Yazlığı olanlar iyi anlayacaktır bu hisleri. Evde ne kadar kullanılmayan ıvır zıvır varsa gözünüzün önünde belirir. Nasıl olsa bunlar eşyalarının kıymetini bilmezler bari bunlar elden çıksın diye düşünerek tabak, tencere, havlu, çarşaf, yastık, yorgan ne varsa hazırlamaya giriştim. Kızım sağ olsun ne yapılacaksa bana danışma inceliği gösteriyor. (Bunun sebebi olarak onun değil de benim cüzdanımla çok haşır neşir olduğumuz fikri aklıma gelmiyor değil ama neyse...) 
İlk iş olarak ev sahibi ile tanışıyoruz. Nihayetinde iki genç kız oturacaklar evde. Ev sahibi tek başına yaşayan bir adam. Kızım;"Bin yaşında bir amca" diyor ama gençler için hepimiz bin yaşındayız. Hakikatten bin yaşında değil ama Osmanlı dönemine tanıklık yapmış gibi duran zayıf sevimli bir adamcağız. Mahallede perde arasından gelişimizi seyreden bir sürü yaşlı teyze, amca var. Bu iyiye işaret. Kızlar isteseler de yaramazlık yapamayacaklar. Bunların gözünden bir şey kaçmaz. Hatta komşulardan biri bizim kızın ev arkadaşını çekip; "Buraya erkek falan getirmeyin sakın." diye tembih etmiş. Bunların ne kadar yoğun bir çalışma hayatı olduğundan haberi yok tabi. Cumartesi bile çalışıyorlar.
Gençler için ev eşyası alınacak en güzel yerler IKEA ve KOÇTAŞ tarzı mağazalar. Biz kızımın yatağını IKEA'dan buzdolabı ve fırın gibi eşyalarını da KOÇTAŞ'tan aldık. Fiyatlar abartılı değil. Bütçenize uygun olanı mutlaka çıkıyor. IKEA'da nakliye parası olarak ekstradan 40 lira ödedik. KOÇTAŞ'ta otuz kilometreye kadar 30 lira isteniyor mobilyalar için. 
Perde ihtiyacınızı evde kalmış perdelerden halledemediyseniz English Home'da her boy, renk ve desende  satılan hazır perdeler alabilirsiniz. İngiliz ile başlayan şeyler pahalıdır diye düşünmeyin tüllerin metresi 10 liradan başlıyor. Semtimizdeki perdeciden aldığım fiyatların dörtte biri fiyatına tüllerimizi hallettik. 
Eşyalar için nakliye tutmadık. Zaten sadece giysi ve kitaplarını götürdüğü için arabanın arkasında iki kez götürmek yetti. 
Zaruri eşyaların alınması bitince tembih etme evresine geçtik. "Kapınızı kilitlemeyi unutmayın, evi havalandırın, ocağı açık bırakmayın, ne yemek yedin?"
Kızım  hafta sonu evine taşındı, arkadaşı henüz taşınamadı.  20 dakikalık mesafe ile işine gittiği için çok mutlu, ben biraz burukluk yaşıyorum. Oysa Üniversitede de okulun yurdunda kaldığı için ayrı olmaya alışmıştım ama bu başka bir şey oldu. 
Bu durumda beni teselli eden tek şey onunla birlikte tavşanımızın da gitmiş olması. Arka balkonumuz artık bir işe yarayacak. İlgilenmiyor gibi görünüp gizli gizli sevdiği rokaları hastalanmasın diye kurutup veriyordum, cornflakes'lerimi paylaşıyordum, ara sıra da tüylerini okşuyordum ama yine de gittiğine seviniyorum.
Güle güle Popi, kızıma iyi bak olur mu?




2 Ekim 2012 Salı

SONBAHARDA KİTAP ÖNERİLERİ


Yaz boyunca bir sürü kitap okumuştum. Eylül ayında kızların okulu derken okumayı biraz ağırdan aldıysam da,  bir aya üç kitap sığdırmışım. 
Ahmet Ümit;  romanlarını zevkle okuduğum, Bab-ı Esrar ile iyice hayranı olduğum bir yazar. İstanbul Hatırası'ndan sonra Sultanı Öldürmek romanı ile bizi günümüzden alıp 1453 yıllarına Topkapı surlarının arkasından İstanbu'lun fethini seyretmeye götürüyor. Kitabı elimden düşüremedim. Başkomser Nevzat artık tanıdık bir sima oldu biz okurları için. Twitter'dan takip ettiğim kadarı ile şu sıralar Venedik, Roma, Paris, Amsterdam sokaklarında  belki de yeni romanının izlerini sürüyor. 

Buket Uzuner romanlarına Kumral Ada Mavi Tuna ile tanışmıştım. Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları Su romanını Şamanizm geleneği olan Toprak, Su, Hava ve Ateşten ilham alarak yazmış ve bu kitap dört elementin ilk kitabı. Devamını merakla bekliyorum.
Okuduğum üçüncü kitap Tevfik Yener'in İstanbul, Aşk, Ekmek, Hayal isimli anı kitabı. 600 sayfa kitap ilk bakışta gözünüzü korkutsa da içinde öyle ilginç anılar var ki elinizden bırakamayacaksınız. 
Mesela Nazlı Ilıcak'ın babasının 1960 darbesinde hapse atılan Demokrat Parti milletvekillerinden Muammer Çavuşoğlu olduğunu öğrendim.
Nazım Hikmet'in bir dönem Türkiye'ye gelen yabancı filmleri türkçeye çevirip dublaja hazırladığını öğrendim.

Atatürk'ün, sesini pek beğendiği halde şarkılarını perde arkasından dinlediği rivayet olan Safiye Ayla'nın eşinin ünlü müzisyen Şerif Muhittin bey olduğunu, Şerif Muhittin beyin Osmanlının son Mekke emiri Ali Haydar Paşa'nın oğlu olduğunu öğrendim. Karısının gölgesinde kalmış görünen bu değerli müzisyene Tevfik Yener'in sorduğu; "Sizden sonra Türkiye'de en iyi Viyolonsel çalan kimdir?" sorusuna cevaben; "İsmet İnönü" cevabı verdiğini öğrendim. İsmet İnönü deyince acaba ülkemizde kaç kişinin aklına viyolonsel gelir, İlginç değil mi?
Fenerbahçe'nin efsanevi oyuncusu Can Bartu'nun aynı zamanda hem futbol hem de basketbol takımının yıldızı olduğunu, futbol maçı biter bitmez basketbol maçına koştuğunu öğrendim. 
İki parmağı V gibi yapıp "Victory- Zafer" işaretinin mucidinin İngiltere'nin unutulmaz lideri Winston Churcill olduğunu  öğrendim. 
Şimdilerde dinimiz ve Peygamberimiz hakkında çeşitli filmler ve karikatürler yapılırken 1980 yılında Time dergisinin Peygamberimizi yılın adamı seçtiğini öğrendim. 
Adnan Menderes'in Romancı Suzan Sözen'in romanlarını onun ağzından dinlemek için Nişantaşı'ndaki apartmanına gittiğini, apartmanda kapıcılık yapan ve kendisine büyük hürmet gösteren anadolu delikanlısının kısa bir süre içerisinde İstanbul'un sayılı zenginlerinin içerisine giren ünlü bir inşaatçı olduğunu öğrendim. Ama bu kişinin kim olduğunu bir türlü çıkartamadım. 
Bu arada gazeteci ve yazar Tevfik Yener'in adını Google'da yazınca onun isminden çok Neşe Karaböcek adı çıktı. Bu vesile ile Tevfik Yener'in Neşe Karaböcek'in ikinci eşi olduğunu ve halen Amerika'da yaşadıklarını öğrendim.

1 Ekim 2012 Pazartesi

BİR OBSESİFLE 3 GÜN - ANKARA


Ankara'ya ablama gidip bir iki gün kalma düşüncesi birden çıktı ortaya. Kuzenim de Sapanca'dan gelip bize katılacağını söyleyince fikir daha da cazip hale geldi. Blogumu takip edenler kuzenimi tanıyacaklardır. Hani 2.5 yaşındayken evimize yerleşen ve ilkokulu bitirene kadar bizde kalıp evin en küçük çocuğu unvanımı elimden alan halamın kızı, benim sevgili kardeşim Hülya.
Giderken Sabiha Gökçen havaalanında Pegasus hava yollarını tercih ettim. Hem rötar olmuyor hem de fiyatları çok makul.
Küçücük bir çantaya iki parça giyecek eşyamı, el çantama ise bir not defteri, Moleskine ajandam, iki kitap ( ya birini bitirirsem yedek olsun.) içinde makyaj malzemesi yerine mendil, ahşap tarak, ilaç kurusu, yedek kalemler, tespih, ( altı yıldır çantamda) diş ipi bulunan makyaj çantamı alarak yola çıktım. İzmir yolculuğumuz esnasında kızımdan özendiğim check-in barkodumu yeni telefonuma yükledim. Bu sayede hem kağıt kullanmadım, hem de teknolojiden yararlandım. 
Sabiha Gökçen Havaalanı iki yıl önceki halinden bir hayli değişik ve kalabalık olmuş. İçeride bir sürü yemek yenecek, çay kahve içilecek yerler var. Yeğenlerim için çikolata almaya girdiğim Kahve Dünyasında iki parça çikolata ile dışarıdaki herhangi bir Kahve Dünyasındaki müşterilere komple kahve ısmarlayabilirdim. Havaalanlarındaki bu yüksek fiyatlara bir anlam verebilmiş değilim zaten. 
Herneyse ;yolculuk rahat ve çabucak geçti. 
Ankara hakkında daha önceki yazılarımdan birinde uzun uzun yazmıştım, resmi kıyafetli kadın ve erkekler, sakin ve düzenli bir ortam, gri bir şehir izlenimi uyandırmıştı bende. Sadece bu sefer yol bakım çalışmaları ve Metro inşaat çalışmaları dikkatimi çekti. Bir de Başbakanımızın boy boy fotoğraflarının bulunduğu 2023 projesinin ve kongrenin anlatıldığı bilboardlar vardı her yerde.
Ablamın evinin girişinde her zamanki gibi içinde çamaşır su ile karıştırılmış yeşil kova ve fırça karşıladı bizi. Oturacağımız odanın halısı tümden kalkmış balkona konmuştu. Ablam yıkadığını söyledi ama kurumuş olduğu halde herhalde tekrar kirlenmesin diye biz gidene kadar sermedi. İçeriye girer girmez kıyafetlerimizi çıkardık, ablamın verdiği taytları giydik, ellerimizi yıkadık. Kuzenimle orada olduğumuz sürece sürekli ellerimizi yıkadık. Evde bir problem olmadı fakat dışarıda gezdiğimiz zamanlarda ablam sürekli çöp kutularını takip etti, kazayla bir çöp bidonuna yaklaştığımız anda anında bizi çekiştirdi. Gittiğimiz alışveriş merkezinde bir ara o markete biz de elektronik mağazasına girmek istedik. Beş on dakika sonra buluşmaya  karar vererek birbirimizden ayrıldık. Ablamdan uzaklaşır uzaklaşmaz kuzenimle bakıştık. Hemen koşar adımlarla alışveriş merkezinin tuvaletine girdik. İşimizi bitirip apar topar dışarıya çıktık. Bizim tuvalete gittiğimizi bilse bizi eve almazdı muhtemelen. Umarım bu yazıyı okumaz yoksa bir daha ne söylesek inanmayacak. 
Evinde iki tane çok güzel balkon var. Kuşlar pisletmesin diye ikisini de kapatmış, perdeler ve güneşlikler çekili.  Buzdolabında yıkanmadan konulan hiç bir şey yok. Yumurtalar yıkanmış, pırıl pırıl taslarda duruyor, aldığı kabuklu fındığı bile sabunla yıkıyor, kurutuyor, öyle kullanıyor. Keza ceviz için de aynı şey söz konusu. Allahtan  dışarıda yemek yeme konusunda çok katı kuralları yok. Mutfağını görmediği sürece dışarıda yemek yiyebiliyor. Üçümüz güzel bir köfteci bulduk, tam yemeğe başlayacağız çantasından ıslak mendiller çıkarttı, üzerine garanti olsun diye kolonya sıktı elimize verdi. Biz de ellerimizi dezenfekte ettik. Yemeği o ısmarladı fakat parayı belki eline değerim diye garsona vermedi masaya bıraktı. 
Yine de ablamla olmak çok güzel bir duyguydu. Obsesif de olsa bazen titizliği ile insanı bunaltsa da öyle güzel bir kalbi var ki asla rahatsız olamıyorsunuz.
Bu arada yukarıdaki resim ne diye soran olursa izah edeyim. Ablam aldığı yünleri kirlidir diye makinede yıkıyor. Bunlar yıkanma esnasında birbirine dolanmış. Üç gece boyunca bütün yünleri açarak sabırlı olduğumuzu da kanıtlamış olduk.