25 Mayıs 2014 Pazar

GURUR VE ÖNYARGI


Sosyolojik verilere göre ünlüler üç evrede tahlil edilirmiş:
1. Evre; Herkes beni tanısın evresi.
2. Evre; Kimse fark etmesin; sokakta, özel hayatımda istediğim gibi hareket edeyim evresi.
3. Evre: Beni tanımadılar, unutuluyor muyum? evresi.
Paşabahçe mağazasında takımı bozulan su bardaklarımı tamamlamak için raflara bakınıyorum. Karşımda spor kıyafetler içinde, kulağında telefonun kulaklığı, başında kasketi ile bir zamanlar çok popüler olan ancak şimdilerde pek ortada görünmeyen, albümü olmayan ama iyi sahnesi olduğu soylenen erkek şarkıcı duruyor.
Kısa bir bakışmadan sonra başımı çevirip aradığım bardakların bulunduğu rafa yöneliyorum. 
İki dakika sonra adam tekrar karşımda. "Bu ünlüler de ne kadar ilgi çekmeye meraklılar, tanıyormuş gibi yapmadım diye tekrar karşıma çıktı." diye düşünürken elindeki tepsi dikkatimi çekiyor. Tepsinin içinde iki farklı kahve fincanı var. 
"Hanımefendi! Sizce bunlardan hangisi güzel?" 
Şaşkınlığımı üzerimden attıktan sonra fildişi rengi sade olanı gösteriyorum. Gülerek teşekkür ediyor ve arkasında duran arkadaşına; "Bak! benim beğendiğimi seçti." diyor. 
"Ön yargıyı parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur." sözünü kim demiş? iyi demiş.

Kasada tekrar karşılaşıyoruz. 
"Televizyonda göründüğünden daha yaşlı duruyor." diye geçiriyorum içimden. Önümde olduğu için sırasını vermek istiyor, teşekkür edip sıramda kalıyorum. 
Şarkılarınızı beğenerek dinliyorum." deseydim mutlu olur muydu acaba? Bunu demeyeceğimi biliyorum. Zaten " hangi şarkımı?" diye sorsa aklıma bir şarkısı bile gelmiyor. Sadece bir zamanlar beraber program yaptığı şarkıcı bayanla aralarının açık olduğunu okumuştum bir yerde. Kasa görevlisi ona karşı farklı bir tavır sergilemiyor. 
Faturayı kendi adına kestirmiyor, isim ve adres bilgileri olarak arkadaşının adını veriyor. 250 lirayı nakit olarak ödeyip selam vererek dışarıya çıkıyor. Onu tanıyormuş gibi davranmadığım için bozulmuş mudur?
...
Bozulan takımımı tamamlamak için aldığım iki bardağın parası olan 6 buçuk lirayı ödeyip İstiklal Caddesinin kalabalığına karışıyorum.

5 Mayıs 2014 Pazartesi

PARANOYA


Yunancada "Paranous" "açıkça delilik" anlamına geliyormuş. Aşırı endişe ve korkuyla karakterize edilen sıkça mantıksız kuruntularla bilinen hastalıkmış. 
...
Arkadaşımla telefonda konuşuyorum. İkimiz de biraz şikayetvari bir konuşmanın içindeyken birden; "Dinleniyor olabilir miyiz?" diyerek sustuk. Ne gizli  bir işimiz var, ne devletle bir işimiz. İki garip kadın konuşurken tedirgin olduk.
..
Evime giden yolun başında market var. Yol biraz uzun, arabayla yolda giderken elindeki market poşetlerini zorla taşıyan kadına "yolun sonuna kadar götürebilirim sizi" dedim. Kadın o kadar dehşetle baktı ki kendimi bir an seri katil gibi hissettim.
...
Mağazada aldığım havlunun parasını öderken satış görevlisi adresimi sordu; "Ne o GBT'me mi bakacaksın" diyecekken son anda fatura için bilgi istediğini hatırlayarak sustum.

Avrupa ülkelerinden birinde kadavra ile selfie çeken bir kızın haberini okurken şaşırmadığımı fark ettim.
...
Son zamanlarda çocuk tacizi haberleri yüzünden çocuklara fazla ilgi gösteren her erkeğe sapık gözüyle bakma eğilimim oluştu.
...
Bir süredir bilmediğim numaraları açmıyorum ama kızların okulundan, şarjları bittiği için arkadaşlarından aradıkları oluyor; yine de açmıyorum. Gereksiz bir konuşmaya dahil olmaktansa hiç konuşmamak daha iyi gibi geliyor. 

ATM'de işlem yapan adam arkasında sıra bekleyen başka bir adama bağırıyor; "Burnumun dibinde ne duruyorsun, gitsene ileri.!" Adam bir adım geri giderken söyleniyor: "Kartsız işlem yapıyor, belli ki fatura ödüyor, görsem ne olur." Kızan adam mı paranoyak, yoksa adamın yaptığı işi takip eden mi? Bilemiyorum.
...
Kızımı okula bırakırken her zaman söylediğim sözü tekrarlıyorum; "Dikkat et!"
Neye, kime?
Kızım cevap veriyor; Paranoyaya bağladın...
Ve yazımın konusu çıkıyor.
Paranoyaya mı Bağladım?
Paranoyaya mı bağladık?
...
                                                                                                                         Foto: Tumblr