30 Ocak 2013 Çarşamba

TV'DE SABAH SABAH


Son günlerde evde çok zaman geçiriyorum. Hem havaların soğuk olması sebebiyle, hem de bir şeylere çalıştığım için sürekli okuyor yazıyorum. Biraz dinlenmek istediğimde televizyonu açıyorum. Beni tanıyanlar gündüz televizyon izlemediğimi bilir. ( Gerçi gece de izlediğim söylenmez ama..) Şimdi evde oturunca, biraz dinlenmek için ya yemek yiyeceğim, ya da televizyon izleyeceğim. Yemek yemektense televizyon daha zararsız sanki.
Televizyonun sesi kısık. Üç kadın iki erkek büyük bir yemek masasının etrafında oturmuş son derece ciddi bir yüz ifadesi ile konuşuyorlar. İçlerinden ikisini tanıyorum. Biri daha önce sevilen bir çocuk dizisinde oynamış sunucu erkek, diğeri sanırım magazin programını sunan bayanlardan biri.
Bu kadar ciddi ne konuşuyorlar sabah sabah diye sesi açtım. Bekliyorum ki sunuculuğun ya da tiyatroculuğun zorluğundan, yada   bir sendikaları falan olmadığından bahsedecekler.

Eşinden yeni ayrılmış bir tiyatrocunun yanında görüntülendiği kız sevgilisi mi değil mi diye tartışıyorlar. Beş kişiden ikisi Sevgilisiydi derken diğer üçü nasıl inkar ediyorlar, sanırsınız sürekli bu ikisinin yanında yaşıyorlar da ilişkilerinin boyutunu biliyorlar. Tabi bunu öğle bir profesyonelce yapıyorlar ki programı tiyatrocu genç izliyorsa; "Vay be! Ben neymişim meğer." diyecek. Sessiz takip etmelerimi de sayarsak  yaklaşık yarım saat aynı konu üzerinde yorum yaptılar. 
Hemen kumandaya uzandım. 

Yine bir masa ve bu sefer iki kadın karşılarına şarkıcı eşinden yeni boşanmış yapımcıyı almış konuşuyorlar. Adamın kucağında minicik bir köpek.
"Tamam benimle konuşmasın ama bu hayvanın günahı ne? Resmen onu özlemekten bunalıma girdi. Bakın; her tarafımı ısırdı." Ardından bu yaştan sonra şarkı söylemeye başladığını anlatıyor. Sunucu kadınlar rica ediyor, o da ayrıldığı eşine yazdığı belli olan şarkısını içli içli söylüyor.
Kendimi şarkıyı dinlerken yakalayınca kanalı değiştiriyorum. Hani 7/24 şarkı söyleyip halay çekilen bir kanal var ya, işte orada evlilik programı.

Bir ayağı çukurda başında saçı kalmamış, olanları da arkadan tutturup saç derisi görünen şişman pembe rujlu bir kadın taliplerinde aradığı kriteri anlatıyor.
"Yazlık, kışlık ve araba istiyorum. Bir de emekli de olsa hafta içi evde olmayacak. Sabah gidip akşam eve gelecek."
Bu söylediklerini birine sen versen acaba kim talip olacak sana. 
Programı sunan kadın uyarıyor; "Mikrofonu ağzınıza yaklaştırın." 
Valla ne diyeyim bir an mikrofonu ağzınıza sokun da kimse bu isteklerinizi duymasın diyeceğini sandım. Yanılmışım.
Başka bir kanalda doktor olduğu yazılan bir adam ayakkabılarını çıkartmış, paçalarını sıvamış "Parmaklarınızın üzerinde böylece zıplayıp yaylanacaksınız." diyerek stüdyoda zıplayıp duruyor. 
Elimde kumanda silkinip kendime geldim. 
Sonra televizyonu neden izlemediğimi hatırladım.

22 Ocak 2013 Salı

KÖPEK HALLERİ


Kadın köpeğini dolaştırmaya çıkartmış sabahın erken saatinde. Kızımı bıraktığım okulun hemen yanında güzel bir park var. Bankta elinde tasması ile dimdik oturuyor, bir heykel misali. Golden cinsi tarçın renginde bir köpek tasmanın ucunda ve sahibine hayranlıkla bakıyor oturduğu yerden. Sahibiyle aynı tarzda dimdik oturuyor, ne bir kuyruk sallaması ne de Golden'larda alışkanlık olan dil dışarıda hali. Sanki sahibi onu değil de o sahibini dışarıya çıkartmış gibi.
Arabadan inip kulaklarını okşamak istedim. Yapamadım.

Neden kızdığımız insanlara "Köpek" diyerek onlara hakaret ettiğimizi düşünürüz?
Kendi ölümü pahasına sahibine sadık, itiraz etmeyen, ne söylerseniz hayranlıkla dinleyen, her dediğinizi yapan bir hayvan nasıl hakaret içeren bir isimle anılır?
Uzun yıllar köpeklerden korkarak yaşadığım için kendimden utanıyorum. Bir köpeğin saldırısına uğramadığım halde nasıl bir travma ise köpek gördüğümde neredeyse yolumu değiştirecek kadar çekinirdim.
Sonra 7 yıl önce "Yalaka" ismini taktığımız Cocker cinsi bir köpeğimiz olmuştu. Onunla birlikte köpeklerle ilgili bütün korkularım sona erdi. Hayatımızda büyük değişiklikler olunca artık bahçe içinde bir evimiz olmadığı için iyi bakacağını düşündüğümüz birine vermek zorunda kaldık. Kızlarımda da bende de uzun zaman özlemi geçmedi.

Asansörden indiğimde burun buruna geldik; Neredeyse benim boyumdaydı ve kendin sevdirmek için üzerime doğru hamle yaptı. Aslında korkan biri için dehşet verici bir durumdu. Fakat kuyruğunu sallamasından, kulaklarının düşüklüğünden, dili dışarıda hallerinden oyun istediği ben anlamıştım ama anlamayan da olabilirdi, bir çocuk da olabilirdi, hamile veya yaşlı biri de.  O köpekti ve birilerinin kendisinden korkacağını düşünmezdi ama sahibi nasıl bir insandı ki insan boyunda bir köpeği biraz sonra açılacak asansör kapısının dibinde bekletiyordu? Kızıp tepki göstersem hayvanları sevmediğimden dem vuracak üste çıkacaktı belli. Küçük bir kasabada doğmuş, kedi köpek, koyun, inek arasında büyümüş biri nasıl hayvan sevmez, mümkün mü?

Alışveriş merkezinin giriş katında vitrinin içine sıralanmışlar, siyah,  beyaz, kahverengi. Elbise ayakkabı satılır gibi satılıyorlar. Cinsleri farklı, renkleri de, tek ortak özellikleri küçük olmaları. Bir metrekare camekanın içinde minicik bedenleri ile kah uyuyorlar, kah camları tırmalayarak dışarıya çıkmak için hamle yapıyorlar. Camın diğer yanında annelerini çekiştiren çocuklar ve elele tutuşmuş sevgililer.
- Ay ne şeker şeyler! Minicik..
Dükkan sahibinin minicik kalması için onları aç bıraktığı söylemleri mi daha kötü yoksa minicikken sevgilisine aldığı köpek biraz büyüyünce veya bakamadım diye bir gece yarısı ormana kaderine bırakmak mı?

Peki hayvanları bir eşya gibi vitrinlerde satanlar hala neden engellenmiyor?
Yakında yarıyıl tatili geliyor, çocuklar artık karne hediyesi olarak bisiklet falan istemiyorlar. Varsa yoksa köpek, kedi gibi hayvanlar.. Moda ya! Umarım kimse çocuğuna bakamayacağı bir hayvanı almaz.
Yapımcı Can Tanrıyar ayrıldığı eşi Petek Dinçöz'ün dört köpeğini ona bırakıp gittiğini, köpeklerin öksüz kaldığını ve onu aradıklarını söylüyor.
Ellerindeki ısırıkları göstererek..
Köpek beslemek moda ya! 


14 Ocak 2013 Pazartesi

İSTİFÇİ





Pek çoğumuzun içinde biraz istifçilik yatıyor olmalı, yoksa ne diye dolaplarımız aradıklarımızı bulmakta zorlandığımız kadar dolu, evlerimizin içinde eşyalar tıka basa olsun?
Uzmanlar istifçiliği obsesif kompülsif bozukluk olarak yorumluyorlar. Evlerimizde gereğinden fazla eşya, giyecek, içecek varsa ve bunları atamayıp, onlarla kişisel bir bağ kuruyorsak istifçiyiz demekmiş. 

Sevgili arkadaşım Filiz komşusunun takıntısından bahsettiğinde şaşırmıştık.
Eve adımınızı attığınız andan itibaren her yerde biblolar, aksesuarlar doluymuş. Sehpanın,  masanın üzeri eşyadan görünmüyormuş. Mutfakta boş yoğurt kutuları sıra sıra tavana kadar diziliymiş. 
Sadece bu kadar olsa iyi komşusunun liseye giden kızı kullanmadıkları bir odadan çuvalları getirdiğinde arkadaşım hayretler içerisinde kalmış. Çuvalların içerisinde paketleri hiç açılmamış halde Vakko'dan gömlekler, kazaklar duruyormuş. Fakat kazaklar her bedende ve her renktenmiş. Filiz sormuş; "Senin bedeninde olmadığı halde diğerlerini neden aldın?"
"Başkaları almasın diye."
Bazen aldıkları giysilere parası yetmediğinde mağazaya kapora bırakıp ayırtıyor, sağdan soldan borç para bulup ayırttıklarını alıyormuş. 

Ve tıka basa bir oda dolusu giysilerin  hiç birini giymiyormuş. İstifçilerin evinde bir orduyu giydirecek kadar giysi olsa da kendisi genellikle bir iki kıyafetle gezermiş.
Çöp evlerde yaşayanlar aldıklarıyla ve atamadıkları eşyalarla kişisel bir bağ kurduklarından istifçi oluyorlarmış. Bazı istifçiler arabaları olmadığı halde araba lastiği alırlar, tamirden anlamadıkları halde evlerini tamirhaneye çevirirlermiş.
Bir de hayvan istifçiliği diye bir kavram varmış. Evinde iki üç taneden fazla kedi köpek bakan insanlara denirmiş. Dışarıdaki bütün hayvanları kurtaracağım düşüncesi ile evine hayvanları doldururlarmış.

Avrupa ülkelerinde istifçilik yapanlara yardım edecek uzmanlar sizin yerinize dolabınızı düzenliyor, sizi ikna ederek gereksiz eşyalarınızı atıyormuş. Aslında bu uzmanlardan biri annemi ziyaret edip dolabını azaltsa çok güzel olurdu ya neyse..
Peki istifçilikten para kazanan var mı?
İskambil kartından dünyanın en  uzun kulesini yaparak Guinness rekorlar kitabına giren Harvard mezunu iskambil kartı istifçisi Bryan Berg kartlardan kuleler yaparak organizasyonlara katılıp iyi  para kazandığı halde biriktirdiği kartların kendisini ele geçirdiğinden yakınıyor.
Giysi istif ederiz, gazete, kutu, süs eşyası, şişeler ve hatta hayvanlar...
Keşke sadece çalışkanlık, iyilik, yardımlaşma ve dostluklar istif edebilseydik hayatımıza dünya daha yaşanılır halde olmaz mıydı?

13 Ocak 2013 Pazar

TEKRAR MERHABA


Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba;
Takip ettiğim bloger arkadaşlarım zaman zaman yazmak istemediklerinden bahsediyorlar. Elimiz bir türlü yazmaya gitmiyor diyorlardı. 
Benim de elim bir süredir yazmaya gitmedi nedense. Asalında düzenli olarak takip ettiğim arkadaşları okusam da ben bir şeyler yazamadım. 
Dün baktım ki ben yazamadığım halde iki değerli takipçim daha olmuş. O sevinçle tekrar yazma isteğim doğdu.
Yazmak dedim de tuşlara basarak yazmak  ile kalemle yazmak aynı anlama gelir mi acaba?

Her neyse;
Geçtiğimiz hafta ablam ziyaretime geldi. Bende bir kaç gün kalacak, sonra birlikte Sapanca'ya annemin yanına gidecektik.
Hani şarkıda söylerler ya; "Ankara'dan abim geldi, evde bir bayram havası."
Bize de Ankara'dan ablam geldi, evde bir telaş havası. Bütün odalar, tuvalet, banyo ve bilumum kıyı köşe dezenfekte edildi, ekstradan çamaşır suları ile silindi ki o geldiğinde çamaşır suyu kokusunu duyup içi rahat etsin. 
Benim ortanca mercimek karşıladı onu. Sırtında çantası kıvırcık kızıl saçları cin gibi bir halde girdi eve. Sırtındaki çantayı koyacak yer aradı, sonra vaz geçip içindekileri temiz bir yere koydu ve çantayı yıkamam için bana verdi. Böylece ablamla olan maceram başladı.

Bir haftaya yakın bir süre bütün İstanbul'u gezdik, ne yoruldu, ne de şikayet etti. Gelmeden önce doping mi kullandı diye şüpheliyim. Benim ayaklarıma kara sular indi, yoruldum, bittim onun gıkı çıkmadı. Akşam eve geldiğimizde kızlara atkı ördü. Akşam geç yatıp sabah erkenden kalktı. Kesin enerji veren bir ilaç kullanıyor bu. Yoksa altmışına yaklaşan bir kadın bu kadar enerjik olamaz. Huylanıyorum. Bu arada elinde ıslak mendili, ıslak mendili daha da dezenfekte edecek kolonyası eksik olmadı. Hepimizi temizlik manyağı yaptı.
Bir insanın kız kardeşinin olması çok güzel bir duygu. Kızlarım şimdi de iyi geçiniyorlar gerçi ama  ileride birbirlerinin kıymetini daha iyi anlayacaklarını düşünüyorum. 
Birlikte Sapanca'ya gittik ama bir kara rastladık ki sormayın. Ağaçların üzerleri pamuk gibi karla kaplanmış, çatılar deseniz filmlerdeki gibi olmuş, yol kenarları bembeyaz. İstanbul'un çamurlu beyazından sonra o kadar güzel geldi ki, çocukluğuma döndüm adeta.
Sapanca'daki üç günün sonunda ablam Ankara'ya ben İstanbul'a evime döndüm. 
Hadi bakalım...