23 Ekim 2014 Perşembe

Marcel Broodthaers'ın Sözcükler, Nesneler, Kavramlar sergisi Akbank Sanat'ta!


Belçikalı şair, heykeltraş, film yapımcısı ve sanatçı Marcel Broodthaers’ın işlerinin sergilendiği  Sözcükler, Nesneler, Kavramlar sergisi Akbank Sanat’ta açıldı.
20.yüzyılın en önemli sanatçılarından olan Broodthaers, 40 yaşına kadar sadece şiir ile ilgilenmiştir, satmayan  Pense-Bête şiir kitabının 50 kopyasını alçıyla kaplayarak okunamaz hale getirmiş ve kitabıyla aynı adı taşıyan Pense-Bête (Anımsatıcı) başlıklı ilk sanatsal eserini üretmiştir. Aynı sene, 1964’te; ilk sergisinin kataloğuna şöyle yazmıştır:  “Ben de bir şeyler satıp hayatta başarılı olamaz mıyım, diye düşündüm. Ne vakittir işe yarar, beş para eder bir tek şey yapmamıştım. 40 yaşına gelmiştim ... Ve nihayet aklıma, sahte, samimiyetten uzak bir şey icat etme fikri geldi; hemen işe koyuldum. Üç ay sonra, ortaya çıkan ürünü Galerie St Laurent’in sahibi Philippe Edouard Toussaint’e gösterdim. “İyi de, bu sanat” dedi Toussaint, “ve onu seve seve sergilerim”. “Anlaştık” dedim. Satılan bir eser olursa, Toussaint paranın %30’unu alacaktı. Öyle anlaşılıyor ki bu, standart anlaşma şartlarından biri; %75 alan galeriler bile var. Peki eser nedir, diye sorarsanız: Aslına bakılırsa, nesneler.”  
 

Marcel Broodthaers’ın  ilk sanat objesi Pense-Bête (Anımsatıcı)’i Akbank Sanat’ta görmeniz mümkün. Kavramsal sanatın en önemli isimlerinden olan Broodthaers, eserlerinde; yazılı dil kullanımı ve kelime oyunlarına sıklıkla yer vermiştir. Belçikalı sanatçı René Magritte ve Fransız şair Stéphane Mallarmé etkisi eserlerinde açıkça hissedilmektedir.
Belçika’nın popüler bir yemeği olan midyeler, yumurta kabukları, süt şişeleri gibi gündelik objelere yeni bir bakış açısı kazandırmıştır. 289 yumurtadan oluşan 289 Oeufs, 20x13=260, 2x14=28, +1=1, = 289 Oeufs.


Müze, eser, sanatçı ve seyircisi arasındaki ilişkiyi irdeleyen birçok eser vermiş ve bu ilişkiyi derinlemesine sorgulamıştır. 1968 senesinde Brüksel’de kendi evinde, kavramsal bir müze olan Musée d'Art Moderne, Départment des Aigles (Modern Sanat Müzesi, Kartallar Bölümü)’i kurmuş, davetiyeler bastırıp açılış yapmıştır. Eser röprodüksiyonları, eser kutuları, kartpostallar, duvar yazılarının sergilendiği müzeye; 1968-1971 arasında farklı mekanlarda farklı bölümler de eklemiştir. Müzenin herhangi bir koleksiyonu yoktur, belirli bir lokasyonu yoktur. Eserleri, MOMA_New York, TATE Modern_Londra, Stedelijk Van Abbemuseum_ Eindhoven, Centre Pompidou _  Paris and MACBA_Barselona koleksiyonlarında yer almaktadır.

Sergi hakkında daha detaylı bilgi almak için www.akbanksanat.com sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Bir boomads advertorial içeriğidir.

16 Ekim 2014 Perşembe

NOBEL... MURAKAMİ'NİN KABUSU


"Nobel Edebiyat Ödülleri" açıklandı. Haruki Murakami bu yıl da ödülü alamadı. Oscar ödüllerinde Leonardo Di Caprio, Nobel'de  Murakami aynı kaderi paylaşıyorlar. İkisi de sürekli aday oluyor ama bir türlü alamıyorlar.
Geçen yıl "Haşlanmış Harikalar Diyarı Ve Dünyanın Sonu" isimli kitabını almıştım ama araya bir düzine kitap girdi, okuyacaklarım kitapların içinde hüzünle sırasını bekliyor. 
Murakami'yi üzüntüsüyle baş başa bırakalım ve Nobel istatistiklerine bir göz atalım.

İlk kez Nobel ödül töreni 1901 tarihinde verilmeye başlandı.
2006 yılında Türkiye ilk Nobel'ini  yazar Orhan Pamuk'la aldı. 
Şimdiye kadar Nobel'i yedişer kez kazananlar 28 Şubat ve 21 mayıs günü doğanlar.
En çok Nobel kazananlar Haziran doğumlular.
Bugüne kadar erkekler 807 kez, kadınlar ise 71 kez Nobel almışlar.
Her 10 ödülden biri Amerika'ya gidiyor. İkinci sırada Almanya, üçüncü sırada İngiltere var.

En genç yaşta Nobel ödülü alan fizikçi William Lawrance Bragg 25 yaşındaydı fakat bu yıl barış ödülü daha genç birine geldi. Ülkesinde kız çocuklarının hakları konusundaki eylemleri nedeniyle Taliban tarafından başından vurulan Pakistan'lı Malala henüz 17 yaşında. 
Nobel alan en yaşlı kişi Rus ekonomist Leonid Hurwicz Nobel aldıktan 6 ay sonra 90 yaşında öldü. 

Ödül başına dağıtılan para yaklaşık 900 bin euro.
Fransız yazar jean Paul Sartre Edebiyat ödülü aldığı halde bunu kabul etmemiş tek kişidir. (Sartre  hayatı boyunca kazandığı hiç bir ödülü kabul etmemiştir.)
1940-42 yıllarında ikinci Dünya savaşı dolayısı ile ödülleri verilmemiştir.
Peki Alfred Nobel kimdir diye bir hatırlayalım: Vikipedi onun için İsveçli kimyager ve mühendis diyor. Dinamitin mucidiymiş. Bu kadar tehlikeli buluş yaptıktan sonra ödüller verip günah çıkartıyor olmasın?

14 Ekim 2014 Salı

OLİVİER'İN KARADENİZLİ KADINLARI


Fransız belgeselci ve fotoğrafçı Olivier İz TV'de "Yemeğin Yolculuğu" adında bir program sunuyor. Olivier Anadolu'da dolaşıp yemeklerimizi ve kültürümüzü anlatıyor programında. Acaba sadece bizde mi yayınlanıyor, yoksa Fransa'da da gösteriliyor mu bu program bilemiyorum. Ama sadece bizde bile olsa, herkes izlese egolarımız yüzünden unuttuğumuz değerleri hatırlasak Olivier'nin sayesinde. 
Benim rast geldiğim programda Artvin yakınlarında bir dağ köyünde gürcü evine misafir olmuş, "Acara yemeklerini" öğrenecek. Programı izlerken bilgisayarımı açıp Acara'nın nerede olduğuna bakıyorum. Gürcistan'ın güney batısında yer alan özerk bir cumhuriyetmiş. Başkenti Batum'muş. ( Nasıl bilemedim hayret. Oysa babamın büyük dedeleri Batum'dan Sapanca'ya göçmüşler.)
Olivier'in  gittiği eski dağ evinde iki kadın ve üç çocuk var. Kadınlardan biri Olivier'in yaşlarında. Yanı 55-60 Diğeri  biraz daha genç. 
İklim şartları insanın mimiklerine yansır derler ya yaşlı kadının bakışları birazdan Olivier'i bir sopayla dağın eteklerine kovalayacak gibi; o kadar sert. Fakat sadece bakışları...

Daha genç olanı güler yüzlü gözleri gülüyor; hem yemek yapıyor hem de yaptıklarını izah ediyor. "Harço çorbası" biz söylerken bile zor. Bir Fransız nasıl söylesin. Canını sevdiğimin Karadeniz kadını defalarca tekrar ederek yemeğin adını öğretiyor. Hep birlikte yemekleri yapıp yer sofrasında oturuyorlar. 
Olivier'in çok sevimli bir Türkçesi var. Gözünüzü kapatıp dinlerseniz küçük bir oğlan çocuğu konuşuyor sanki. Çocuklar olan biteni seyrediyor ama evlerine her gün yabancı biri geliyormuş gibi de rahatlar. İstanbul'da veya büyük şehirlerde birine mikrofon uzatılınca kameraya çıkmak için o kişinin arkasına bir sürü insan belirir. O en doğal halleriyle etrafta dolaşan, kamera umurlarında olmayan, Olivier'in uzattığı fotoğraf makinesini kullanıp kırk yıllık fotoğrafçı gibi resimler çeken çocuklar, tanımadıkları bir yabancıya yemek öğreten ve bunu en doğal halleriyle yapan iki Karadenizli kadın bize unuttuğumuz bir yanımızı hatırlatıyor.
Doğallık... Olduğun gibi olma... İnsan olma...
Türk misafirperverliği diyoruz ya! hani son tahlilde kimsenin hatırlamadığı, işte o misafirperverlik Karadeniz'in o dağ köyünde iki güzel kadın ve üç çocuğun yüreklerinden ekranlara yansıyor. 
Bu yazıyı yazmama sebep olan olayı en sona sakladım.
Sabah kızımı okula bıraktım ve markete alışveriş yapmaya girdim. Sebze reyonunda bir kadın  yanındaki arkadaşına anlatıyordu.
"Habersiz, çat kapı oturmaya mı gelinirmiş. Canı sıkılmış dertleşmek istiyormuş. Nasıl sinirlendim anlatamam..."
Dertleşebileceğiniz ve çat kapı evine gideceğiniz dostlarınız olması dileği ile...

Not: Resimler Digiturk'ün internet sitesinden alınmıştır.


13 Ekim 2014 Pazartesi

YUFKADA KÖFTE


Malzemeler: (5-6 kişilik)  
Yarım kilo orta yağlı dana kıyma.
Bir baş soğan Rendelenmiş veya ince doğranmış
Üç diş sarımsak
Karabiber, pul biber, kekik, biraz tuz
4-5 dal maydanoz
İki yemek kaşığı zeytin yağı
4 yufka

Köftelik malzemeleri iyice karıştırın. Malzemeyi dört yufkaya yetecek  şekilde dörde ayırın.
Yufkayı açarak  malzemeyi her tarafa gelecek şekilde sürün. Rulo halinde sarın. İki parmak genişliğinde keserek tepsiye dik bir şekilde dizin. Diğer yufkaları da aynı şekilde sararak tepsiye dizin. Küçük bir kapta bir kaşık sıvı yağ, bir kaşık su ve bir kaşık salçayı karıştırıp üzerine sürün.

180 derecedeki fırında 20 dakika pişirin. Sıcak servis edin. Yanında yoğurt ve fırında elma dilim patates ile çok iyi gidiyor.
Afiyet olsun.


6 Ekim 2014 Pazartesi

KURBAN BAYRAMINDA BÜYÜKADA


Bu Kurban bayramı diğer yıllardan farklı olarak Sapanca'ya gitmedim. Annemin olmadığı bir ev, hele de özel günlerde o kadar hüzünlü geliyor ki!
Beyefendi ilk günü annesiyle geçirince ben de küçük kızımla baş başa kaldım. 
Ne yapalım, ne yapalım?
Küçük kızım Adalar'a hiç gitmedi, ne zamandır söyleyip duruyor. Sırt çantamıza bir günlük giysilerimizi koyduk, bir heyecan yola çıktık. İstanbul bayramda hakikatten çok tenha, Kabataş'a kadar her taraf bomboş. (Tramvaylar hariç.)

Adalara şehir hatları vapurları ve Mavi Marmara vapurları olmak üzere iki şekilde gidilebilir. Biz en yakın zamanda kalkan Mavi Marmara'ya bindik. Yolcu popülasyonu şu şekilde: %70 Araplar, %30 Türkler ve diğer turistler. Açık olan kısımda oturduk. Yanımıza üç genç kızı olan Arap bir karı koca oturacaklar. Adam kızı bir yere oturacakken yanına erkek düştü diye onu uyararak başka bir tarafa oturtmuşken, hemen yanımdaki boşluğa iki kızının ortasına değil de benim yanıma oturmaya kalkınca sinirlendim. Kendi kızları için erkekler mahrem oluyor da biz kelaynak kuşu muyuz. Elle işaret ederek kızın yanıma oturmasını sağladım. Aslında bu tür düşüncelerin sahibi değilim ama çifte standart görünce dayanamıyorum.

Bir saatlik yolda kalabalık bir gurup gelmiş olan Arap turistler şarkılar söylediler kendi dillerinde, eğlenceli bir yolculuk oldu. 
Bayramın ilk günü olduğu için fazla kalabalık olduğunu düşünmediğim Büyükada'nın saat kulesi meydanı tıklım tıklım.
Önce otelimize gidip yerleştik. "Şikayet Var" isimli sitede bir sürü olumsuz yazı yazılmış hakkında ama hangi firma için yazılmıyor ki? Pembe ahşap giydirme dış cephesi olan sevimli bir otel. ( Yıldızlar Evi Otel) Görevli gayet güzel karşılayarak, otelin diğerlerine göre daha büyük bir odasını vererek gönlümüzü fethetti. Odalar eskiymiş, perdeler buruşukmuş ne gam; zaten hepi topu bir gece kalacağız. 

Rahat bir şeyler giyerek dışarıya çıktık. Kızım bisikletle adayı turlamamızı öneriyor. En son belki 15 yıl önce kızların bisikletini kullandığımı hatırlıyorum. Yüzmek ve bisiklete binmek unutulmazmış, yapacağız bir şeyler. 
Bisiklet kiralamanın saati 5 lira, kimliğimizi bırakıp dönüşte kaç saat binmişsek parasını ödemek üzere biniyoruz iki tekerler üzerine. Bisiklete binmek sorun değil de sağdan soldan gelen faytonlardan kendimi nasıl koruyacağım, ya atın tam önüne düşersem, ya at beni ezerse...
Vay arkadaş! ne kadar evhamlıymışım da haberim yokmuş. Kızım benden 100 metre önde gidiyor, ara sıra da arkaya bakıp başıma bir şey gelip gelmediğini kontrol ediyor. Rolleri değiştik, ebeveynim gibi davranıyor resmen. "Heyecanlanma, önüne bak!, arkanda fayton var."
Bir ara dengemi kaybediyorum, kızım arkaya baktığında ben kaldırımda oturmuşum.
"Merak etme biraz dinleniyorum."
Yalan... Resmen düştüm ve hafiften ayak bileğim kanıyor. 
Tekrar bisiklete biniyorum, gidiyoruz ama bende mecal kalmamış. Benim anlayışlı güzel kızım, zaman zaman en küçük çocuk şımarıklığı, ergenlik halleri, bu yıl üniversiteye hazırlık psikolojisi yüzünden çatışmalarımız oluyor... Ama hepsini affettim.
"Anniş,, Dönelim istersen?

Duyduğum en güzel öneri. Hevesini kırmamak için ses etmedim ama bittim.
Uzun uzun yazdım ama bisiklet sürüşümüz yarım saat bile olmamış. Hain bisikletçi bir saatin parasını alıyor. :)
Odamıza dönüp dinleniyor tekrar dışarıya çıkıyoruz. Meydana bakan otellerden birinin kapısında iki genç oda fiyatlarını soruyorlar; Geceliği 300 lira, pes artık. Buradan anlaşılıyor ki öyle spontane gelip kalmak olmuyormuş, önceden otel rezervasyonunuzu yaptırmanız gerekiyormuş. 
Bu öneriler arasında benim çok kullandığım Booking.com sitesi karşılaştırmalı fiyatlar sunuyor. Bir de son yıllarda pek tutulan "fırsat" siteleri ucuz fiyata tatil imkanı sağlıyor.
Adada balık yenir doğal olarak, kıyı boyunca balıkçılar uzanıyor Büyükada'da. Fiyat sormadan bir yere oturmak balık için geçerli değil bence. Fiyat soracak, pazarlık yapacak öyle seçeceksiniz restoranı. Ve fakat üzülerek söyleyeyim ki ne kadar pazarlık etseniz de salata ve içecekle restoran sahibinin sizin için kesmeyi düşündüğü hesabı ödeyip çıkıyorsunuz.
Gece odamıza çekildiğimizde kızım Türkçe testi çözdü, ben de Hayko Bağdat'ın Salyangoz kitabını bitirdim. Uyuduğumda sanırım sabaha karşıydı. (Yerimi yadırgadım.)
Ertesi sabah kahvaltı, biraz ada turu ve dönüş yolculuğuna başladık.
Dönüş yolculuğunun en güzel tarafı Beyefendi'nin bizi karşılamak için Beşiktaş'ta bekliyor olmasıydı. Yanına yaklaşırken resmimizi çekti. 
Kızımla yolda yeni istanbul rotaları planları yapmaya başlamıştık.
Bundan sonraki istikametimiz analı- kızlı Sultanahmet, Marmaray, Üsküdar, Yerebatan Sarnıcı.
Hadi bakalım...
Bu vesile ile herkesin kurban bayramını kutluyorum.