31 Mart 2010 Çarşamba

EVİMİZİN HARİÇTEN GAZEL OKUYANLARI



Bir arkadaş toplantısında çok sık yardımcı değiştiren bir arkadaşımız '' Bana bir kadın bulun'' dedi.
Bu kadın lafını hiç sevmediğimi fark ettim. Kahve kültüründe bekar erkeklerin birbirlerine sana bir kadın bulalım tarzındaki kaba saba sözlerine  benzetirim.
1990 yılından bu yana evimde yardımcılarım olmuştur. En az çalışan bir yıl, en çok çalışan ise 5 yıl olmak üzere onlarla yaşadım. Bazıları evimde yatılı oldu,  bazıları haftanın her günü geldi, bazıları ise haftada üç gün.
Hiçbirini işten çıkarmadım. Semt değiştirirken  ayrıldıklarım oldu. Bazılarıyla da çalışmayı bıraktıkları için ayrıldık.
Yardımcılarımdan sadece bir tanesi yabancı uyrukluydu ve ondan çok şey öğrendim.Taze sebzeleri pazardan alınca hemen yıkar peçetede kurutur, vakumlu kaplarda saklardı. Akşamları meyve salataları yapar, çocuklara yedirirdi. Kalabalık misafir trafiğinde güler yüzle yardım ederdi. Bir yılın sonunda vize durumundan memleketine gittiğinde çok üzülmüştüm.
Sarışın, genç, güzel bir kadındı ve bıyıkları vardı...
Evet yanlış okumadınız bıyıkları vardı.
Memleketinde üç aylık çocuğunu bırakıp eşi ile birlikte çalışmaya gelmiş. Eşi bir deri fabrikasında çalışıyormuş.  Hafta sonları görüşüyorlardı. Çocuğunu emziremeden memleketten ayrıldığı için üzüntüden hormonlarında bir sorun olmuş. Bıyıklarını aldırmayı düşünmüyordu. "Bu bana çocuğuma olan özlemimi hatırlatıyor. Bir de yabancı uyruklu olduğumuz için bize iyi gözle bakmıyorlar.. Ama benim gibi bıyıklı bir kadın erkeklerin ilgisini çekmiyor" demişti.
Bir başka yardımcım küçük kızımın doğumundan sonra hem kendimize  ait olan tekstil firmasında çalıştığım hem de bulunduğum beldenin CHP kadın kolları başkanlığını yaptığım zamana denk gelir.

Parti olarak ihtiyacı olan kadınlara iş imkanı yaratmak için proje geliştirmiştik. Haftada üç gün gelen yardımcımı  tanıdığım birine yolladım, tespit ettiğimiz ihtiyacı olan ve çalışmak isteyen bir kadını da haftada 5 gün olmak üzere iyi bir ücretle ve sigortalı olarak yanıma aldım. Bir yıl içinde gözünün yaşı kurumadı. Sürekli ağlayarak oflayarak gezdi evde.
Kızımı salıncaktan düşürdü kaşını yardı, uyuttuğu yerde öylece bıraktı, Aldığım hazır mamaları benden habersiz evine taşıdı. (kendisinin de aynı aylarda bir kızı vardı.)  Çamaşırlar eksildi. Yine de idare ettim. Kocası kendisini bırakıp başka bir kadınla yaşıyor ve ara sıra bunun evine gelip  parasını elinden alıyordu. Bir gün işe gelmedi. Kendi semtinden bizim semte, çalışan kadınları taşıyan minibüs şoförüne kaçtığını duyduk.
Şoför evliydi..
( Cem yılmaz ne diyordu gösterisinde; Hani marjinal olan bizdik ? )
Bir başka yardımcım işini çabucak bitiriyor, gelen misafirlerimle oturup muhabbet ediyordu. Hatta evimdeki bir mevlüt de hocanın tam yanında koltukta oturduğu için  bizim taraf eşimin akrabası, eşimin tarafı da benim akrabam diye ona hürmet gösterdiler.
Mevlüt bitince de "mesai saatim bitti" diye yardım etmeden çıktı gitti. Ama çocuklarımın en sevdiği yardımcım oydu. Hepsini çok şımartır bir dediklerini iki etmezdi.

Ve fakat bunların hepsinden çok daha ilginç olanı arkadaşımın yardımcısıydı. Arkadaşımla aynı yaşlarda olan kadıncağız arkadaşım ne zaman saçını kestirse aynı model kestirir, onun giydiği tarzda fakat daha ucuz kıyafetler giyerdi.
Bir gün arkadaşımın annesi hastalanıyor. O da apar topar  annesinin yanına bir kaç gün kalmaya gidiyor.
Ertesi gün yardımcısı eve gelince arkadaşımın eşine,'' Abla nerede'' diye soruyor. Eşi de müzip biri, ''Kovdum evden gelmeyecek bir daha''diyor.  Birkaç gün sonra arkadaşım eve geldiğinde  anahtarı almadığını fark edip, kapıyı çalıyor açan yok. Eşi işte ama yardımcısı evde biliyor. Uzun bir bekleyişten sonra kapı yarım aralanıyor ve yardımcı kadın kafasını kapıdan çıkarıp arkadaşıma bağırıyor; ''Neden geldin .''
Arkadaşım şaşırıyor zor bela kendi evine girebiliyor.Yardımcısının üzerinde kendi kıyafetlerini de görünce tepesi atıyor ve kadını evden kovuyor..
 "Eşimin şakasını ciddiye alıp bana kötü davranmasını önemsemeyebilirdim ama Beymen'den aldığım ve iki kez giydiğim Blue Marine Jeans'ı üzerinde gördüğümde çıldırdım'' diyordu.


YEŞİL CENNET SAPANCA

Hafta sonu nereye gitmeli diye düşünüyorsanız, Sapanca güzel bir fikir olabilir. Kendi memleketim diye demiyorum, yakın çevremizde daha güzel bir yeşil ve temiz hava bulmanız zor.
İstanbul  Sapanca arasındaki   mesafe  yaklaşık 140 kilometre ve TEM otoyolunu kullanırsanız pırıl pırıl bir yolda rahat seyahat edebilirsiniz. Benim önerim İzmit'te otoyoldan çıkın Sapanca'ya giden eski yolu kullanın. Maşukiye, Yanık, Kırkpınar, Mahmudiye'nin içinden geçerek Sapanca'ya ulaşın.
Bulamadığınız bir yol olursa insanlara sorun size yardımcı olmaktan mutluluk duyacaklar.
Sabah kahvaltısı yapmak için Kırkpınar'da göl manzaralı Gölpark, Kıyı Restoran tercihleriniz arasında olabilir. Özellikle çerkez peyniri, acuka , tereyağ ve bala bayılacaksınız. Hele yanında sıcacık ev ekmeği de varsa.
Sonra Kırkpınar içinde bir gezinti yapın. Kırkpınar yaşam kalitesi yüksek bir belde olarak bilinir ve sakin huzurlu ortamı ile dikkati çeker.
Öylen yemeği için bir çok  alternatifiniz var, Sapanca Belediyesinin tam karşısına düşen esnaf  lokantasında Adapazarı'nın meşhur Islama köftesini yiyebilirsiniz. Benim önerim İstanbuldere Alabalık. Sapanca'nın içinden hatta (annemin :)) evinin önünden yukarıya  İstanbuldere köyüne doğru çıkıyorsunuz. Yollar biraz dar olmasına rağmen rahatsız edici değil. Sonra dere kenarında ormanın içinde ağaçtan yapılmış restoran çıkıyor önünüze.Yazın dışarıda servis verilir ve dere kenarında su sesi eşliğinde yemeklerinizi yersiniz. Özellikle masalar arasında mesafe çok olduğu için sohbetlerinizi rahatlıkla yapabilirsiniz..
Kiremitte alabalık tavsiye edilir. Benim gibi balıkla pek arası olmayanlar için zengin et çeşitleri de mevcut. Kiremitte çerkez peyniri ve mezelerini çok beğeneceksiniz. 
Sapanca gezinizi günübirlik değil de hafta sonu için planladıysanız, lüksten vazgeçmem diyorsanız Richmond Otel veya Güral Otel tercihiniz olabilir fakat ben size daha sıcak bir ortam tavsiye ediyorum. Sapanca Gölü kenarındaki Lale Otel  (Bir aile otelidir)  ve Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Konaklama Evi tercihleriniz arasında olsun.
Bu arada Sapanca'ya gittiğinizde çarşıda gezerken kahve önünde oturanların bakışlarından rahatsız olmayın. Kahve önünde oturan yaşlılar siz yabancılardan ziyade Sapanca'lı bir tanıdıklarının kızlarını, torunlarını görüp onlar hakkında dedikoduyu severler. Ama kötü bir niyetleri yoktur.
Yıllar önce dedem Çarşı içindeki kahvede otururken kendisi gibi yaşlı bir arkadaşı, benim de içinde bulunduğum bir grup arkadaşımın kot pantolon giymesinden rahatsızlığını dile getirmiş. Dedem de 'ama senin torunun da pantolon giyiyor 'deyince yaşlı amca ' Yakışıyor benim kerataya'' demiş.

Baharın iyiden iyiye kendini gösterdiği şu günlerde bir hafta sonu nu Sapanca'da geçirin.
İzlenimlerinizi de benimle bu blogda paylaşın..

29 Mart 2010 Pazartesi

SPORCUNUN ZEKİ ÇEVİK VE AKILLISI

Günümüz kadını ömründe bir kez olsa bile spor yapmak amacı ile dışarıdan bakıldığında komik görünen hareketler yapmıştır.
Elele dergisinin fenomen olduğu bir jenerasyonun ferdi olarak orada öğretilen ağız burun egzersizleri yaparken annelerimize yakalanıp. ''  yapma bu hareketi ağzın yamuk kalacak '' azarı  işitmişizdir.
Hatta yıllar sonra ortanca kızım anaokulunda bale dersleri almaya başlayınca annem '' Çocuğun bacakları ayrılacak, Kalça çıkığı olacak'' diye panik olmuştu.
Şimdi büyük kızımın yaptığı yoga hareketlerini görse ''O hareketleri yapacağına odanı topla'' diyecektir eminim.
...
Geçtiğimiz günlerde bir gazetenin ekonomi sayfasında gördüğüm haber oldukça ilginçti. Türkiye'de spor için kişi başı yıllık harcama 20 Euro.
Satın alınan spor ayakkabılarının %90'ı spor dışında kullanılıyormuş. Demek ki bazı zorlamalar bedende durmuyor.
Bu yaşıma geldim tanıdığım kişilerle uzun süreli dostluklarım, arkadaşlıklarım olur.Hiç bir tanıdığımı yıllarca düzenli olarak spor yaparken görmedim.
Bir, bilemedin iki sezon bir merkeze yazılır, oraya eşek yükü kadar para öder,sonra da gitmeyiz.Çünkü bizde sporun açılımı sağlıklı olmak, zinde kalmak,vücudumuzu ve beynimizi terbiye etmek değil, yaza fit çıkmak olduğu için işin sonunu hiç getiremeyiz.
İngiliz'lerin meşhur atasözü bizi ne kadar da iyi tanımlıyor..''Türk gibi başla, İngiliz gibi bitir.''
Muhtelif defalar bir spor merkezine üye olup, bir yıllık üyeliğimin en fazla üç ayını kullanmışımdır.
Hele yıllar önce üçüncü kızımın doğumunu takip eden yılda gittiğim spor merkezindeki anılarım çok komiktir.Dört arkadaşımla birlikte gittiğimiz merkezde bir saat step yapıyor ( o zaman plates yoktu ne yapalım) sonra da  arkadaşımızın bize yaptığı mantı ve gözlemeleri mideye indiriyorduk.
Sonunda Kilo vermek bir yana fazladan bir kaç kilo alınca hocamızın dikkatini çekti.Sınıfta yaramazlık yapan grubu öğretmenler ayırır ya bize de haftanın belli günlerinde ayrı ayrı gelmemizi önerdi. Biz bu öneriyi hiç gelmeseniz de olur olarak algıladık ve spor merkezine gitmektense mantı yemeğe devam ettik.
..
Çocuklarım için de durum aynı .Ortanca kızım sporla biraz ilgilendiyse de büyük kızım ümitsiz vakaydı.
Birkaç yıl önce Üyesi olduğumuz tenis klüp'ünde benim zorumla tenis dersleri almaya başladı. Her derste farklı kıyafetler ve aksesuarlarla görüntü olarak Wimbledon tenis turnuvasını aratmayacak durumdayken oyun olarak tenis hocasının sabrını o kadar zorlamıştı ki, adamcağızın bir ara öğretmenliği bırakıp Peru'ya yerleşeceğini sanmıştım.
Bu arada onları özendireceğim derken ben ders almaya başladım,hatta iyiden iyiye de oynuyordum. Birlikte tenis oynadığım arkadaşım bıktı.ben de onu bahane ederek bıraktım.
..
Yazın gittiğimiz tatil köylerinde ilk günler orada ne kadar spor faaliyeti varsa yazılır,ertesi gün çok erken veya çok sıcak diye vazgeçeriz.Sonra da denizde veya havuzda garip spor hareketleri yaparız.
Çok fazla da abartmayayım spor yaparız tabi ki;  Maçlarda tuttuğumuz takım yenince  sokağa fırlayıp ellerimizde bayraklarla kilometrelerce turlarız..
Fakat arabalarımızın içinde...


BAHAR GELMİŞ NEYİME


Uzun kış mevsiminin ardından , bahar kendini göstermeye başladı.Doğanın uyanışı olarak bildiğimiz bahar hepimizde aynı duyguları uyandırmaz Mesela alerjik kişiler polenlerden dolayı sürekli rahatsız dolaştıkları için sevmezler baharı.
Öğrencilere de ders çalışma eylemini zorlaştırdığı için sıkıcı gelir diyeceğim ama aslında biz anne babalara zor gelir. Çünkü ' Evladım neden ders çalışmıyorsun ' monologlarına başlarız. Monolog diyorum çünkü diyolog olması için birinin de size cevap vermesi gerekir. Baharı başına vurmuş öğrenci çocuklarınız size cevap verecek ruh halinde olmadığı için anca kendi kendinize konuşursunuz.
Şair ruhlu biri için bahar kışa inat yaz aylarına kapı aralayan tadımlık mevsimdir.
Bizden bir önceki nesil için romatizma.ağrı,yorgunluk olarak bilinir.
Sanatçılar ilkbaharı Vivaldi'nin dört mevsiminden biri olarak adlandırır. ( Bu arada Vivaldi'nin dört mevsimi'ni şiddetle öneririm.Özellikle araba kullanırken, uzun yolculuklarda )
Biz ev hanımları için bahar, palto giydim terledim, gömlek giydim üşüdüm mevsimidir. Çocuklardan biri boğaz enfeksiyonu geçirir, ya da eşiniz. Sildiğiniz camlar, yıkattığınız araba aynı günün akşamında yağmurdan kirlenir. Bahar temizliği telaşı, yazlığınız varsa oranın badana boya işleri..
Güzel bir bahar gününde yanınıza sadece kendinizi alarak toprağa ayağınızı basacağınız ve doğayı dinleyeceğiniz bir sessizlik bulmak zordur.
Bir arkadaşım geçtiğimiz yıllarda başından geçen bir olayı anlatmıştı. Arkadaşım 50 yaşlarında daha önce çalışma hayatı olmuş.Şimdi emekli bir ev hanımı.Kendi yaşında başka bir arkadaşıyla birlikte arabayla Edirne tarafına yola çıkmışlar. Arkadaşımın 'nereye gidiyoruz' sözlerine aldırmayan kadın arabayı köylere doğru sürmüş. Bir süre sonra yol tenhalaşınca arabayı yolun sağına çekmiş. Arabadan inmeden müziğin sesini sonuna kadar açıp dışarı çıkmış ve yolun kenarında oynamaya başlamış. Arkadaşımın hayretle bakışlarına aldırmadan bir kaç dakika oynadıktan sonra, hiç bir şey olmamış gibi arabaya binmiş ve eve dönmüşler.Arkadaşımın delilik olarak gördüğü bu davranışı sanırım psikologlar deşarj olarak adlandırıyor olabilirler .
Gidin yol kenarında Ankara misket oynayın demiyorum ama bu bahar aylarında sadece kendinizi alarak gidin..Aslında Ankara Misket de hiç fena fikir değil..

28 Mart 2010 Pazar

NEŞELİ PAZARLAR

Pazar günü yazılan yazılar neşeli olmalı diye bir alışkanlık var.
Bugün ne yazayım diye düşünürken kuzenim aradı ziyaretime geliyormuş.
Ben üç kardeşin en küçüğüyüm ama nedense en küçük çocuk olmanın şımarıklığını hiç yaşayamadım. Kuzenim bebek denecek yaşta bize yerleşti ve ilkokulu bitirene kadar da bizde kaldı. Aramızda 4 yaş olduğu için ona ablalık yapmak zorunda kaldım..
Peki neden bizde kaldı?
Bu da  garip bir durum aslında. halam ardarda dört çocuk doğurunca polis memuru bir kocanın sorumluluğu da  yanına eklenince  gözüne kestirdiği bir çocuğunu bakmamız  için bize bıraktı.
Sapanca'da etrafı erik ağaçlarıyla çevrili tek katlı 4 odalı ,uzunca sofalı köy evinde annem, babam, abim, ablam,babaannem, dedem ve kuzenimle kocaman bir aileydik.
İlkokula gittiğimiz yıllarda Amerika'nın az gelişmiş ülkelere yaptıkları yardım çerçevesinde dağıttıkları süt tozunun yanında verdikleri poğaçayı yemez kuzenime getirirdim. Mahalledeki çocuklardan korur, kızınca kendim döverdim.
Kuzenim ilkokulu bitirince  ailesinin yanına Eskişehir'e gitti fakat bütün tatillerini bizimle geçirmeye başladı.
Türkiye'den Almanya'ya gidenlerin çocukları nasıl ne Alman ne de Türk gibi olamayıp kimlik sorunu yaşıyorlarsa kuzenimde iki aile arasında sıkışıp kaldı. Biz de o gelecek diye yaz tatillerini bekler olduk.
...
Bizimle geçirdiği bir yaz tatilinde koşarak yanıma geldi.
- Dayım (babam ) Karınca diyemiyor,  karımca diyor.
Hemen babamın yanına gittik. Babam bahçeden topladığı erikleri kasalara boşaltıyor ve  sebze haline yollamak için paketliyordu. Yardım etmeye başladık. Erik yığınlarının arasından en güzellerini seçip yiyor babamı konuşturmaya çalışıyorduk.
Söz nereden açıldı hatırlamıyorum babam İzmir fuarına gittiğinden bahsetmeye başladı. Eskiden İzmir fuarı bizim gibi kasaba insanları için çok önemli bir olaydı ve oraya gidenler gittikleri gazinoları, gördükleri sanatçıları ballandırarak anlatırlardı. Pek çoğunun yeterli parası olmadığı için gazinoya gitmedikleri halde gitmiş gibi yaparlardı.
Babamın fuar macerası hiç de öyle değildi. Fuara gittiğinin ertesi günü cüzdanını kaptırmış ve beş parasız kalmış. Geceyi fuardaki parkta bankın üzerinde geçirdiğinden bahsediyor. Sonra tesadüfen Sapanca'lı bir tanıdığa rastlıyor da dönüş parasını borç alarak eve dönebiliyor. Biz bu arada her  sözünün sonunda ;
- Peki karınca yok muydu parkta, yerlerde karınca gördün mü diye soruyoruz. Amacımız kendiliğinden  Karımca demesini sağlamak.
Onun anlattıklarıyla alakasız olarak sürekli karıncadan bahsettiğimiz fark eden babam sonunda dayanamadı kuzenime dönerek o şirin laz şivesiyle şöyle dedi;
- Ne işum var karumcayla  dayucuğum..
..
Yıllarca aile muhabbetlerimizde birileri anlamsız bir konuşma yaparsa  mutlaka bu lafı söyleriz.
Ne işum var karumcayla  dayucuğum..
Babamı rahmetle anıyorum.

27 Mart 2010 Cumartesi

PET


Hayvanseverlerden misiniz?
Çocuk durumundan dolayı hayvanlarla aram hep iyi oldu.
Biri hariç..
Uzun yıllar Köpeklerden ölesiye korkardım.Hatta bir sokakta köpek görsem yolumu değiştirecek kadar.
Reankarnasyona inanmasam da  daha önceki hayatımda ya bir kediydim ya da köpek tarafından ısırılan biriydim diye düşünüyorum.
Büyük kızımın zorlamaları ile muhtelif zamanlarda evimize hayvan familyasından bir çoğu  geldi geçti.Tavşan, kuş, civciv, ördek, su kaplumbağası, balık...Bunlardan bazıları eceli ile öldü, bazıları evin dördüncü katının balkonundan atladı,ördek ve civcivler de büyüdü ve sofralarımıza girdi.(Bu yazıyı kızlarım okuyunca çok kızacaklar. Onlar  Ördeği göllete bıraktığımızı zannediyorlar.)
Tarantula ve Hemstır'a şiddetle karşı çıkabildim nihayet.
Kızımın üniversiteye hazırlandığı yıl onca itirazıma rağmen bir köpek almak zorunda kaldım..Benim haricimde herkes deli gibi istiyordu  ve ev müsaitti.
Bana da cinsi konusunda izin verdiler.soruşturdum.
Tüyleri fazla dökülmeyen ve sakinliği ile bilinen Golden Retriver cinsi
köpekte karar kıldım.
Köpek almak meğerse  seremoni gerektiren bir olay mış. 
Tanıdığımız vasıtasıyla bir veteriner bulduk. Ona köpeği ısmarlayacağız getirecek.sözümona sokak köpeği istemiyoruz.
Veterinere telefon ettim köpeğin cinsini söyledim.Veteriner emin misiniz dedi.
Evinize ilk kez köpek alacaksınız daha farklı bir cins düşünün isterseniz dedi...Ben eminim ya ,yok dedim siz istediğimiz köpeği bulun.
Bir hafta sonra veteriner arayıp köpeğimizin geldiğini söyledi.Kızım deli gibi mutlu, ben biraz isteksiz vaziyette gittik.karşımızda gözleri bile doğru dürüst açılmamış dünyanın en güzel English Cocker'ı duruyor.
..
Evet   Golden isteyeceğime yanlışlıkla Cocker istemişim. Köpekler içinde en şımarık ve eğitime cevap vermeyen cinsi..
1 aylık geldiği evimizde yemediği terlik, işemediği yer kalmadı.Asla eğitemedik.
İki yıl boyunca enerjisi ile hepimizi yormasına rağmen o kadar sevimliydi ki kızamadık.Yaramazlığında kızımın verdiği ismin de etkili olduğunu düşünüyorum.
Adı ''Yalaka'' olan bir köpek nasıl sakin olabilirdi ki.
Kızım Üniversiteyi okumak için evden ayrılınca bütün sorumluluk üzerime kaldı.
...
Yalakayı üzülerek çiçekçi bir tanıdığa verdik.
..
Benim açımdan ''Yalaka''ile yaşamanın köpekleri sevmeme vesile olduğunu düşünüyorum.
..
Şimdi evimizde iki isimli  küçücük bir Hint Bülbülü var. Mısır ve Zigot..
Kesinlikle yanımıza yaklaşmıyor, yuvasından nefret ediyor, sanırım kendini insan zannediyor.




26 Mart 2010 Cuma

BAŞIMIZDAN GEÇENLERE DEĞİL , KAFAMIZDAN GEÇENLERE İÇELİM

Bu başlığı okuyan alkolle aramın çok iyi olduğunu düşünebilir. Evimizde yıllardır her türlü içki olmasına rağmen özel bir neden olmadan içtiğimi pek hatırlamıyorum. Alkol ile ilgili ilk deneyimim 23  yaşımda oldu. Çalıştığım işten üç kız arkadaşımla birlikte yeni evlenen bir arkadaşımızın evine yatıya gitmiştik. Amacımız votka içip sarhoş olmaktı. Arkadaşımızın eşi biz dört kafadarı yalnız bırakmış, geç vakit döndüğünde evin muhtelif yerlerinde yıkılmış halde bulmuştu. Allahtan utanacak bir durum yoktu. Yıllardır tanıdığımız ve bildiğimiz bir gençti. Dağıttığımız evi temizledi.  (Çok alkol alan birinin evi nasıl dağıtacağını tahminlerinize bırakıyorum.) Ayılalım diye kahveler yaptı. Sonunda pes edip gitti yattı.
Ben  kanepede elimde arkadaşımın  gitarı olduğu halde uyandım. Bütün bir gece "size gitar çalacağım" diye kafalarını şişirmişim.

Bana göre içki  sadece şaraptır. Rose şarabı favorimdir Kırmızı ise en çok içtiğim.
NTV de  Vedat Milor'un hazırladığı Tadı damağımda programını izlerken, dört yıl önce evimizdeki 150 adet Romanya şarabını düşündüm.
Ömer Hayyam geldi aklıma.

Cennette huriler varmış kara gözlü
içkinin de oradaymış en güzeli,
desene biz çoktan cennetlik olmuşuz.
bak,bir yanda şarap, bir yanda sevgili.

Peki şarapla ilgili ne biliyoruz?
Kırmızı şarap büyük, beyaz şarap küçük kadehte içilir.
Kırmızı şarap oda sıcaklığında servis edilir ve kadeh bitmeden üzerine ilave yapılabilir.
Beyaz şarap soğuk servis edilir ve kadeh bitmeden yenisi konulmaz.
Şarap şişesinin mantarını açarken ses geliyorsa  yatay saklanmış demektir.
Şarap  yatay saklanmalı ve zaman zaman döndürülmelidir.
Çok paranız varsa mutlaka Chardonnay ve  Cabarnet Sauvignon içmelisiniz.
İçemezseniz de adını bilin yeter.
Beyaz etle beyaz şarap, kırmızı etle kırmızı şarap klişesine girmeyeceğim.
Sadece  şunu söyleyebilirim;
Şarabı sevdiklerinizle için.

Sultan Abdülmecit boğaziçinde büyük bir bağın sahibi olan bektaşi babasını ziyaret eder. Bağda üzümler doludur.
Sultan Abdülmecit sorar;
-Bağın maşallah çok büyük. Üzümleri ne yapıyorsun?
-Müritlerle yiyoruz sultanım.
-Buradaki üzüm yemekle biter mi?
-Yemediğimizi de sıkıp fıçılara basar, suyunu içeriz.
Sultan merakla ;
- Peki sıkılmış üzüm şarap olmaz mı?
Bektaşi ;
- Vallahi sultanım  biz üzümü sıkıp fıçılara basarız. Allah ne isterse o olur.

GECEYARISI HİKAYELERİ


Bazı arkadaş sohbetlerinde biri çıkar ve 'Ben televizyonda paparazzi programlarını, dizileri,kadın programlarını hiç izlemiyorum. Sadece haberleri, açık oturumları ve National Geografic kanalını izliyorum.'diyorsa külliyen yalan. Sakın inanmayın ayıp olmasın diye inanmış gibi de görünmeyin.Hatta bir ara punduna getirip o arkadaşınıza 'izdivaç programındaki kimseyi beğenmeyen adam nasılda o sarışın kızı beğendi'deyiverin. Bakın bakalım ne cevap verecek.Veya Kibariye Umreye gidiyormuş dediğinizde, yanında safiye soyman da vardı'diyecektir eminim.
İzliyorum diye iddia ettiğimiz programlar gece uyku tutmadığında yattığımız yerden yarı açık göz kapaklarıyla izlenen programlardır.Çok iyi uyku getirdiği için şiddetle tavsiye edilir.
Menapoz belirtilerimin başladığı şu günlerde uyku problemleri de baş gösterdiği için, Gece yarısına denk gelen belgesel programlarını takip ediyorum.
National Geografic tv de ; ' Yaşamı destekleyecek başka dünyalar var mı' diyordu arka fondaki ses. Belgesel o kadar ilgimi çekti ki sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim.
...
Dünya ile Güneş'in arasındaki mesafe 150 milyon kilometre. Bu mesafe %5 yakın olsaydı
sıcaktan kavrulabilirdik. %10 uzak olsa her yer buzullarla kaplı olurdu.

Güneş o kadar büyük ki içine 1 milyondan fazla dünya sığabilir.

Bizim güneş sistemimiz samanyolu galaksisinin içinde küçücük bir alanı kaplıyor.
Samanyolu galaksisi 200 milyar yıldızdan oluşuyor ve galaksinin genişliği 100 bin ışık yılı ( ışık yılı saniyede 300 bin kilometre )

İçinde dünyamızın da olduğu güneş sistemimiz samanyolu galaksisinin etrafındaki turunu 220 milyon yılda tamamlıyormuş..sadece bir tur...

Peki samanyolu evrende ne kadar yer kaplıyor?
Bunu duyunca eminim benim gibi siz de çok şaşıracaksınız.
Samanyolunu bir tenis topu olarak kabul edersek , Bir futbol sahasını da tenis topları ile doldurduğumuzu düşünelim.Futbol sahası evren, tenis topları da diğer galaksiler olarak söylenebilir.
..
Rakamlarla ifade edilemeyecek kadar çok galaksi ve gezegen arasında yaşamı destekleyecek başka dünyalar da yok mu dur sizce?
..
Ve de en önemlisi bu düzeneği milyonlarca yıldır devam ettiren bir gücün olmaması mümkün mü?
Kafanız karıştı değil mi?
İnanın benim de kafam karıştı.İnsanların uzaya çıkması bir karıncanın patika bir yolda karşıdan karşıya geçmesi gibi bir şey değil mi ?

Ben bu belgeseli izlerken başka bir kanalda Cübbeli Ahmet Hocanın Fatih Altaylı ile Yaptığı programın tekrarı vardı..
Cübbeli Ahmet Hoca; Bakın benim telefonum kuş sesi çalıyor..Sakın ola ki telefonlarınıza müzik sesi koymayın. Namaz kılarken çalar, müzik ses ile mi namaz kılacaksınız? diyor..
Acaba 'Namazda telefonlarınızı kapatın' neden demiyor?...

25 Mart 2010 Perşembe

BİRAZ DA OKUYALIM

2006 yılının Temmuz ayından bu yana Sağlık Ve Yaşam Dergisinde Kültür Sanat sayfasını hazırlıyorum.Bu sayfalarda sinema, tiyatro, konser, yeni çıkan kitaplar, sergiler, filmler hakkında yazıyorum. Bu süre içinde aynı dergide bir yıla yakın çalıştım.Şu anda çalışmıyor olmama rağmen evden Kültür Sanat sayfalarımı yazıyorum.Bu yüzden çok okumam lazım.
Sağlık Ve Yaşam Dergisi benim gibi bir kitap delisi için, sanatın diğer kollarını araştırmama vesile oldu.Derginin sahibinin arkadaşım olması bana rahat bir çalışma zemini hazırlamıştı.Onu sevgi ile anıyorum.
 Bugün bir kitap önerisi yapmak istiyorum.
Sunay akın ; Ay Hırsızı
Şiirlerinden tanıdığımız Sunay Akın bu sefer konusu uzay ve gökyüzünde geçen kısa anektodlar anlatmış.
..
1979 yılında Amerika'nın Ohio eyaleti'ndeki bir çiflikte  adam tahıl kamyonundan atlarken   yüzüğü kamyon kasasına takılır ve parmağı kopar.Adam soğukkanlılıkla kopan parmağı yüzükle birlikte alır ve buz kovasında hasteneye yetiştirir.Kopan parmak başarıyla dikilir.Adamın parmağının kopmasına neden olan yüzük bir evlilik yüzüğüdür ve adam eşini 16 yıl önce kaybetmiştir.O günden bu yana yüzüğünü hiç çıkarmamıştır.Bu kişi ay'da ilk yürüyen insan Nail Armstrong'dur.
..
New York'un her yerinde 911 yazmaktadır Bu numara acil durumlarda yardım istemek için aranan numaradır.Ne gariptir ki ikiz kulelere uçakla yapılan saldırının tarihi 11 Eylül'dür.Yani Amerika'lıların yazdığı biçimde 9'uncu ayın 11'i ..
Enver Paşa uçaktan kaç kez düştü? 
Sizce kaç kez bir insan uçaktan düşer ve ölmez?
Tam Üç kez..
..
Mustafa Kemal  'İstikbal Göklerdedir'' dediği halde neden hiç uçağa binmemiştir? 
1910 yılında Ali Rıza Paşa ile birlikte geldiği Paris'de Pikardie manevralarını izlerken uçuşa katılan uçaklara yabancı subayların binebileceği duyrulur.
Mustafa Kemal gönüllü olarak öne çıkar, fakat Ali Rıza Paşa bileğinden tutarak vazgeçmesini ister.
Mustafa Kemal'in binmediği uçak bulutların arasından süzülürken aniden irtifa kaybetmeye başlar ve yere çakılır.
Kimbilir belki de Mustafa Kemal ne zaman uçağa binmeye karar verse Ali Rıza Paşanın elini bileğinde hissedip vazgeçmiştir.
..
Daha fazla yazmayayım.
Gerisini siz alıp okuyun bir zahmet..

24 Mart 2010 Çarşamba

ANLIYORUM AMA KONUŞAMIYORUM


Çok sevdiğim bir arkadaşım ile İstiklal caddesinde bir restoranda yemek yerken yan masadaki turistlerin garson ile konuşmasına şahit olduk.Turist kadın açık büfe olan salata tabağını bir kez mi yoksa istediği kadar mı alabileceğini sordu. İstiklal caddesinin ortasında bilinen bir restoranda garson kendisini ilgilendiren bu soruya cevap verecek kadar ingilizce bilmediğinden, kadın bana dönüp ingilizce biliyorsam yardımcı olup olamayacağımı sordu. Ben kadının söylediklerini garsona iletene kadar arkadaşım bir çırpıda duruma el koyarak kısa ve anlaşılır kelimelerle turiste yardımcı oldu..
Aslında söylemem gereken sadece şuydu; "Only once".  yani "sadece bir kez"
Okulda öğrendiğim yarım yamalak yabancı dilin ardından üç yıl kursa devam etmiş biri olarak bu kadarını hatta daha fazlasını konuşmam lazımdı. Kelimeleri kafamda kurana kadar biri benden önce davranmıştı.

İngilizce ile ilgili hep sıkıcı anıları hatırlarım.
Büyük kızımla gittiğimiz bir yurt dışı gezisinde bir valiz almamız gerekmişti. Tezgahtaki adama, "Büyük boy bir valiz almak istiyorum" diyeceğime,
"Büyük boy bir valiz alırmısınız" demişim.Tezgahtaki adamın kahkahalarla güldüğünü utançla hatırlarım. Asıl üzücü olanı kızım da yanımda gülmekten yerlere yatıyordu.
Sonra kızlarımın veli toplantılarında ingiliz olan ingilizce öğretmenlerinin yanındaki tercümana anlıyorum ama konuşamıyorum dedim hep..
Hatta bir keresinde evimizin yakınında oturan ingilizce hocasını yağmurlu bir günde arabama almıştım. Adam İngilizce olarak ingiltere'de  çok yağmur yağdığını herkesin şemsiyesinin yanında olduğunu, Türkiye'ye gelince bu alışkanlığı unuttuğunu söylüyor. Bende aynen böyle diyorum; "Burada o kadar yağmur olmadığı için kimse şemsiyeyi çantasında taşımaz". Fakat ben bunu türkçe söylüyorum. Yol boyunca o ingilizce , ben türkçe gayet iyi anlaştığımızı hatırlıyorum. Sonunda adam pes etti. Arabadan inerken "iyi günler" dedi. Ben de ona "By"..

Üç yıl gittiğim ingilizce kurslarından geriye  hepsi birbirinden değerli arkadaşlarım kar kaldı.
İstiklal caddesinde turiste yardımcı olan arkadaşımın bana önerdiği siteyi size önermek isterim.
www.listen-to-english.com
Bu sitede ingilizceyi hem okuyor hem de dinliyorsunuz.
Azimliyim bir daha ki yıl bu zamanlarda hem anlayıp hem de konuşmayı düşünüyorum.

23 Mart 2010 Salı

KASIMPATI


Kasım ayının geldiğini düşündüğümde mutfakta biber salçası yapmakla meşguldüm.  Başımı çevirip masaya baktığımı hatırlıyorum, Ne aradığımı biliyorum. Sarı, turuncu Sonbahar renginde Kasımpatı... 
Geçen yıl Mart ayında bu bloga başlarken bahar çiçekleri değil de Kasım ayına ait bir çiçekle başladım yazılarıma. 
Bakalım neler yazmışım;

Blogumu oluştururken sayfanın başında görünecek bir başlık olması gerekiyordu.
Kızlarımın önerdiği Merhaba, Hoş geldiniz,Çikilop, Karpuz (Çikilop ve Karpuz büyük kızımın önerisiydi) gibi başlıklardan sonra, bir çiçek isminde karar kıldığımda aklıma gelen ilk isim Kasımpatı oldu. Krizantem olarak bilinen diğer adı yerine kasımpatı çok sevimli gelir kulağıma.
Dört yıl önce, yaşadığım ev bahçeli olduğu için evin etrafına kasımpatıları ekmiştim. Benim kasımpatılarım Eylülde açmaya başlar, aralık sonuna kadar sarı ve turuncu çiçekleri ile bahçemizi süslerdi. Bir de arsız şeylerdi ki sormayın. Yazın sadece kuru kökleri kalır, sonbaharda bir yıl öncekinden daha fazla çiçek açardı. Bu arada arkadaş ziyaretlerinde demet yapar götürür, öğretmenler gününde çocukların eline verirdim.
Şimdi Hepsinden özür diliyorum..
Neden mi ?
Benim çok sevdiğim ve bloguma başlık atacağım Kasımpatını araştırayım dediğimde, Önce ekşi sözlük'e girdim. Ekşi Sözlükteki yazarlar  şöyle diyor;
"Kasımpatı ölümü ifade eden çiçekmiş. Bir çok Avrupa ülkesinde cenazeye veya taziyeye giderken götürülürmüş. Diplomatik geleneğe göre hiç bir kutlama, antlaşmalarda çiçek aranjmanlarında kullanılmaması gerekiyormuş. Yoksa küçük çaplı bir krize neden olurmuş." Nereyi araştırdıysam buna benzer yazılara rastladım. Ben bilmiyorum ama eminim hükümetimiz biliyordur. Gözünüzün önünde bir canlandırım, Bir Avrupa heyeti ülkemize geliyor, havaalanında ellerine verdiğimiz çiçek Kasımpatı. Bunun anlamı maçlarda söylendiği gibi "Burası Türkiye buradan çıkış yok"

Yani benim Kasımpatılarım hayra alamet bir çiçek değilmiş.
Kızlarımın öğretmenlerinden özür diliyorum. İnanın kimsenin ölmesini istemedim  (Tamam bazıları için hoş olmayan düşüncelerim olmuştur kabul ediyorum.) Arkadaşlarımdan özür diliyorum. Hiç bir kötü niyetim yoktu.
Ama ben Kasımpatını hala çok seviyorum.
Bahçeli bir evim olursa bahçeme yine Kasımpatıları ekip, onları sevdiklerime vermeye devam edeceğim..

FATURALI MI KONTÖRLÜ MÜ ?

Bundan iki ay önce, faturalı hattımı kontörlüye çevirdiğimde her hey çabucak  olacak sanıyordum, yanılmışım. Faturalı hattımda son aylarda ödediğim paraların toplamıyla turkcell'e ortak olma ihtimalim bile doğabilirdi..Bir aylık sabit ödemem gereken ücreti hiç ödemediğim gibi, tahmin ettiğim faturanın en az iki katını ödedim aylarca.. Sorup soruşturdum. Meğer ben iki ayrı tarifeden yararlanıyormuşum ve benim bundan haberim yok.
Normalde bir tarifeniz varsa diğeri otomatik olarak iptal edilir diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.
iptal işlerini internetten hiç denemeyin.Telefon en iyi çözüm..fakat onun için de sabırlı olmanız gerekiyor çünkü telesekreterle olan konuşma çabalarınız komedi dizilerini aratmıyor.Telesekreter size sürekli bir tuşa basmanız gerektiğini hatırlatıyor ve bir süre sonra tuş manyağı haline geliyorsunuz..Sanırım istenen de o.. Sıkılıp iptal işini bırakın.. Her neyse Camel Trophy'ye katılsanız daha az enerji harcayacağınızdan eminim..
Yaklaşık bir on dakika sonra adını özellikle anlamayalım diye yuvarlayarak konuşan müşteri servisindeki bayan veya bey' Nasıl yardımcı olabilirim' diyor...
Sağolsun yardımcı da oluyor.. Artık bu kadar mücadelenin sonunda oh be diyorsunuz..
Keşke demeseniz..
Kontörlüye geçtiğiniz ay faturalı tarifenizi bir gün geçirmiş bile olsanız hem kontör parası hem de konuşmadığınız bir aylık faturalı tarifeyi ödüyorsunuz..
Biz kadınların altıncı hissi kuvvetlidir..
Gelin bir gayret gösterelim telepati ile anlaşmak için çalışalım.. Biz başarırız eminim..
Telefonlara verdiğimiz para ile vitrinde gördüğümüz fıstık yeşili kazağı alabiliriz, ya da bir ay boyunca komşu fırında kahvaltıları bedavaya getirebiliriz..
Ne dersiniz?

22 Mart 2010 Pazartesi

BİR KEKİN BAŞINA GELENLER



Büyük kızım kardeşine "Muffin tops’ların azalmış’’ dediğinde onların tabiriyle "Oha" oldum. (Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim. Bir Sapanca’lı olarak bizim orada birine "Oha’’derseniz şanslıysanız topuğunuzdan vurulursunuz. Şanslı değilseniz biraz daha korkmanızda fayda var. Çünkü "Oha’’ büyükbaş hayvanlara söylenen bir söz olarak bilinir. Hakaret kabul edilir.)
Acaba ortanca kızımın Muffinleri nasıl azalmış? Kek yaptı, yediler de benim mi haberim olmadı? Benim bildiğim Muffin kağıtta kek. Amerikalıların çok sevdiği, üzeri değişik kremalarla süslenen bildiğimiz kek.
Kızlarıma garip bakmış olmalıyım ki anlattılar. Kağıtta kek fırında kabarınca bir kısmı kağıttan yanlara doğru taşar, pişince de mantar gibi bir görünüm alır. İşte pantolon ve etek giydiğimizde kalçanın hemen üstüne gelen kısımdaki fazlalıklarımız da muffin görüntüsü verdiği için muffin Tops adını almış. Mafin’in üst kısmı…
Bu Amerika’lılar ne garip. Nereden bulurlar bu benzetmeyi. Ama şimdi düşünüyorum da Amerika’da böyle insanlara çokça rastladığımı hatırlıyorum. Hatta abartıp bir kadının resmini çekmiştik de etraftakilerin sinirli bakışlarına hedef olmuştuk. Allahtan kadıncağız fark etmedi yoksa o sırada içinde bulunduğumuz Özgürlük Anıtına giden tekneden denize atılabilirdik.
Allah kimseyi Muffin tops’la ıslah etmesin..
Amin

21 Mart 2010 Pazar

PAZARTESİ SENDROMU

Bilgisayarla dost olduğumdan beri, kafama takılan bir konu olduğunda üşenmem araştırırım.Çokça kullandığımız pazartesi Sendromu nedir diye baktığımda, çalışan insanların haftasonu dinlendikten sonra tekrar işe başlamak istemedikleri için haftanın ilk gününden nefret etmesi olarak anlatılıyor.KPSS sitelerinde soru olarak verildiğine göre bu konu ciddiye bile alınıyor.Hele bir yerde ''New York'da yapılan bir araştırmaya göre insanlar pazartesi gününü takvimden silmek istiyorlarmış''yazısını okuyunca abartıldığını düşünmeye başladım.
Çalışırken bu sendromu hiç yaşamamış biri olarak, ev hanımı olduktan sonra Pazartesi Sendromunun ev hanımları arasında Pazartesi temizliği sendromu olarak değiştirildiğini düşünüyorum.
Ev hanımları Pazartesi temizliğinizi yapın,yardımcınız varsa ona yardım edin..Çok mu yoruldunuz?
Sonra da...
Ekmek yapın.. çocuklarımız anaokulundayken öğretmenleri hamurla oynamanın sinirleri yatıştırdığını,insanı sakinleştirdiğini söylerdi..
Size ekmek tarifimi veriyorum;

1 kilo un (mümkünse kepek,mısır,çavdar,tam tahıl unu karıştırın..Malum yaz geliyor)
1 paket yaş veya kuru maya
1 çorba kaşığı tuz,iki kesme şeker
1 bardak ılık süt
Alabildiği kadar ılık su

Ilık sütün içine kesme şeker ve mayayı koyarak karıştırın ve yarım saat kabarmasını bekleyin.
Büyük bir kaba unu koyun,tuzu ilave ederek karıştırın.Unun ortasını havuz gibi açarak mayalı sütü dökün.Yavaş yavaş una karıştırın,ılık su ilave edin.hamur çok yumuşak kıvamda olacak.(kulak memesini boşverin)iyice yoğurduğunuz hamuru dinlenmeye bırakın.(kabın üzerini bezle kapatın.)en az 2 en fazla 4 saat olamak üzere mayalamaya bırakın.(bu arada hamuru arasıra yoğurun)
Fırın tepsisine yağlı kağıt serin.Kağıdınız yoksa tepsiyi yağlayın.Fırına verin.Fırının sıcaklığı ilk on dakika 150 derece daha sonra 180 derece olmalıdır.ekmeğin altı üstü kızarınca fırından çıkarıp üzerine kalınca bir bezle kapatın ve dinlendirin.ılık olana kadar da açmayın..
Vakumlu kaplarda dilimleyip saklarsanız bir daha ki pazartesi gününe kadar tazeliğini korur...



AH KALORİ VAH KALORİ


Millet olarak iyi yaptığımızı düşündüğümüz her bir şeyin ardından mükafatlandırılmak isteriz.Sınıfını geçtin al sana bisiklet.....İş buldun ,bunu ıslatmak lazım..Birine iyilik yaptın,Cennete biletin hazır..Koca bir kış çalıştın (karşılığında paranı aldığın halde) tatilde güneye gitmek şart oldu..Diyete başladın,kendini şımartman lazım ,hiç olmazsa bir gün..Bu böyle uzayıp gider. 48 yaşındaki pek çok kadın gibi ben de zayıflamaya takmış vaziyetteyim.Arkadaşlarım ısrarla kilo kaybederken 1.60 boy ve 59 kilonun bendeki görüntüsü bira fıçısına iki kol ve bacak geçirmişsin ve sokağa salmışsın gibi duruyorum..Türkiye haritasını gözünüzün önüne getirirseniz iç Anadolu bölgesine denk gelen yerler biraz gelişmiş görünüyor..Genetik mirasım sağ olsun..Annemi sevgi ile anıyorum..
Fırsat buldukça arkadaşımla yürüyüşlere çıkıyoruz.yaklaşık üç kilometrelik bir yolu zevkli bir hale getirmek için muhabbetin yanısıra kahve molasını yapmadan dönmüyoruz.( yürüyüş yaptık ya kendimizi mükafatlandırıyoruz.) 3 kilometre yürüyüş anca 400 kalori yakmamızı sağlar.O da en iyi niyetle.sonra mutlu mesut eve geliyorsunuz hafif bir yemek ve...Tatlılardan ne
var?

Üç kızınız varsa yemek konusunda çok zordasınız..Sakın yanlış anlamayın. Yemek seçen hemen hemen hiç yok..Kadınlar tatlıyı,Çikolatayı sever, hele dört kadın bir aradaysa..
Bir kornet dondurma 350 kalori...Gitti 3 kilometrelik yürüyüş..
Zayıflamak için formül şu ;( kilo x 24 ) -500 ( haftada 1 kilo için)
yani 60 X 24=1444
Altmış kiloda ki biri günde 1444 kalori alırsa kilosunu muhafaza eder. Eğer kilo vermek istiyorsa mevcut sayının 500 eksiğinde kalori alması gerekiyor.
Bu durumda kilo vermek bir yana almadığımıza şükretmek lazım.
Aaa ne kadar zayıflamışsın diyen bir dostunuz varsa yanından ayrılmayın,veya sizden çok kilolu arkadaşlar edinip,kendinizi kandırın..
Ya da boşverin...Kendinizi şımartın..
İç Anadolu bölgesi güzeldir..Konya ovası..Başkent Ankara...


BAŞLANGIÇ

Yaşasın...
Blogger oldum...
Bundan sonra bu sayfada,deneyimlerimi,yaşadıklarımı,gezdiğim gördüğüm yerleri,okuduğum kitapları,izlediğim filmleri farklı bir bakış açısıyla paylaşıma açacağım..
Heskese sabırlar dilerim.