23 Kasım 2016 Çarşamba

ANNE - KIZ- ROMA


Roma seyahatimize devam ediyoruz. 
Pazar sabahı yine bir metro ve otobüs ile Vatikan'a ulaşıyoruz. Meydana gitmemiz gereken yolları polis barikatlarıyla kapatmışlar. Biz de kalabalığa karışıp ara sokaklardan Aziz Petrus meydanına geliyoruz. Meydan çok kalabalık, önce her zamanki gibi bir sürü resim çekiyoruz. Ben biraz burası hakkında bilgi vermek istiyorum ama ergenim pek ilgili değil." Dünyanın en küçük yüz ölçümü olan ülkesi, burayı 100 kişilik İsviçreli muhafızlar koruyor. Yani İtalya'da İsviçreli askerler. Bazen Papa buradan halka konuşma yapar" diyerek tepedeki bir pencereyi gösteriyorum. Ben tam konuşmamı bitirdiğimde kalabalıktan bir alkış ve çığlık kopuyor. Ne olduğunu anlamadan Papanın sesi duyuluyor. Hakikatten benim söylediğim yerde pencerenin önünde papa konuşmaya başlıyor.  Kızımla gülerek bakışıyoruz. Papanın konuşmaları alkışlar içinde sona eriyor. Meydanın iki köşesine kocaman ekranlar koymuşlar papayı o kadar uzaktan göremeyen halkın daha iyi görebilmesi için. Ekranların üzerine kuşlar çıkıp pislemesin diye dikenli tellerle sarmışlar. Bütün dinler "öldürmeyeceksin, hiç bir canlıyı inciltmeyeceksin" demiyor muydu? Vatikan'da böyle bir görüntü rahatsız ediyor. 
Kalabalığa karışarak Aziz Petrus Bazilikasına giriyoruz. İçeride bir köşede ayin devam ediyor.  Büyük, kalabalık, kasvetli bir yer.  Biz Müslümanlar yabancı bir ülkeye gittiğimizde ne hikmetse kiliselere gitmeden geri dönmüyoruz diye düşünüyorum. 

Vatikan'dan sonraki durağımız Kolezyum; MS 80 yılında Roma imparatoru Titus zamanında tamamlanmış bir Arena. Tarihi filmlerde gördüğümüz gladyatörlerin dövüştüğü, tiyatro oyunlarının, at yarışlarının yapıldığı yer. Yıllar içinde depremlerden dolayı bazı duvarları dökülmüş, bazı taşları çalınmış olsa da heybetinden bir şey kaybetmemiş. 2007 tarihinde Dünyanın 7 harikasından biri seçilmiş. Biletimizi alıp içeriye giriyoruz. Taş koridorları, yüksek merdivenleri, devasa avlusuyla beni binlerce yıl geriye götürüyor. Her yerini gezmek, yere oturup acemi dokunuşlarımla resmini çizmek istiyorum, sadece resim çekmekle yetiniyorum. Çünkü hava soğuk,taşa oturup macera yaşayacak yaşta değilim. Daha gezecek çok yerimiz var. Kolezyum'dan çıkıyoruz, hemen yan sokağında Paris'teki zafer tak'ına benzer bir tak dikkatimiz çekiyor. Arkasında Roma Forumu başlıyor. Burası antik Roma'nın bulunduğu bölüm. Yapılan kazılarla  çeşitli tapınaklar, yerleşim yerleri, anıtlar bulunmuş, çok güzel korunup ziyaretçilere açılmış.

Burada daha fazla oyalanmıyoruz, ergenimin acilen 21. yüzyıla dönmesi gerekiyor. Yolda hediyelik eşyalar satan bir dükkana uğruyoruz "I love Roma" yazan anahtarlık, magnet gibi minik şeyler alıyoruz. Otelimize dönerken İspanyol Merdivenlerin hemen karşısındaki caddede Caffe Greco'ya gitmek istiyorum. Ergenimi buraya götürmenin en kolay yolu "On yıl önce buraya gelmiştik." demek. Merakını uyandırdığı için daha fazla açıklama yapmıyorum. Kafe dediğim için bildiğimiz Starbucks kafe gibi bir yer sanıyor. İçeriye girip oturduğumuzda etraftaki antika tabloları görünce anlıyor. Burası 1760 yılında açılmış, o zamandan beri hizmet veren dünyanın en eski kafesi.  Bunu siparişimizi verdikten sonra söylüyorum kızıma. Biraz bozuluyor ama ses etmiyor.

İçeride çoğunlukla Asyalılar var ve yaş ortalamasını aşağıya çeken birkaç kişiden biri de kızım. "Belki on yıl sonra yine buraya gelirsin." diyorum kahvesini içmekle yetiniyor. İçerisi sessiz, gürültüyle konuşan kimse yok, turistler çoğunlukta. Burayı duyan mutlaka gelmek istiyor. Bu arada çok hoşuma giden bir olaya şahit oluyorum. Karşımızdaki masaya iki genç kız oturuyor. Hemen bitişiklerindeki masada da orta yaşta üç Asyalı bayan var. Genç kızlardan biri yere doğru eğilip Asyalı kadınlara bir şey gösteriyor. yerde 50 Euro var, Asyalı kadın düşürmüş. Genç kız dikkatli olmalarını söylüyor İngilizce olarak. Kadın parasını alırken çok mutlu teşekkür ediyor. Bundan sonrasında gözlerim doldu gururlandım. Kızlardan bir kalkıp sipariş vermeye giderken diğeri arkadaşına  Türkçe seslendi: "Bana bir de su söyle."

16 Kasım 2016 Çarşamba

BİR ANNE, BİR ERGEN, BOLCA ROMA


Da Vinci Havaalanına  indiğimizde etrafımıza saran taksicileri atlatıp, 8 kişilik shuttle minibüslere bindik. Yol boyunca bir heyecanla etrafı seyrederken  11 yıl önceki Roma seyahatimi hatırladım. Şimdi birlikte geldiğim ergenim 8, diğerleri 11 ve 17 yaşlarındaydı. Üç kız çocuğu ile babaları yanımızda olmadan  bir hafta nasıl İtalya gezisi yapmışım hayret! Bu sefer büyük kızım bize hediye olarak Roma bileti alırken niyetimiz Beyefendi ile birlikte gelmekti. Fakat o programını ayarlayamayınca "benim yerime ufaklıkla gidin" dedi.

Otel rezervasyonu için her zamanki gibi Booking. com'dan yararlandım. Otele gelenler 9.5 puan vermişler ve konumunun   çok merkezi olduğunu söylüyorlardı (The Spanish Suits). Gerçekten de otel İspanyol merdivenlerine 200 metre uzaklıkta,  Via Del Corso alışveriş caddesine paralel bir sokak üzerinde.  Ergenim İstanbul'da iken telefonuna "Moovit" indirdi. Moovit harika bir uygulama. Buradayken nereye gideceksek bulunduğumuz yeri ve varış noktasını yazıyoruz, hangi ulaşımı kullanacağımızı ve ne kadar sürede gideceğimizi gösteriyor. Ayrıca bir çok Avrupa ülkesi bu uygulamada yer alıyor. Yurt dışına tursuz gidiyorsanız gitmeden mutlaka bu uygulamayı edinin derim.

Nihayet otelimize geldik, otelimiz diyorum ama üç katlı bir binanın kapısının önündeyiz, sadece zilde otelin adı yazıyor. Otele girişimiz biraz maceralı oldu çünkü gittiğimiz yer otelin resepsiyonuymuş. Otelin odaları 100 metre ilerine başka bir binanın 2. katında, başka odaları da başka bir binada. Bildiğimiz otel-oda anlayışı değil. Resepsiyondaki çocuk aynı zamanda üç ayrı yere bakıyor, asıl görevli kim biz üç gün boyunca göremedik. Bu çocukcağız da ingilizceyi yarım yamalak konuşuyor, kızım Fransızca denedi o da yok. İtalyanca konuşmasına bakılırsa  İtalyancası da iyi değil gibiydi. Sanırım Hindistanlıydı, bilemedik. Sonunda odalarımıza geçtiğimizde tatsızlığımızı unuttuk. Çünkü odalar küçük, temiz ve şirindi. Dahası çok merkezi bir konumdaydık. Bu arada ergenim otel sorunu yüzünden önce panik oldu, sonra kızdı küstü sonra odaya yerleşince neşelendi. Kısaca duygularıyla dört mevsimi yaşadı.

İnsan ülkesinden çıkıp başka memleketlere gidince hemen mukayese yapmaya başlıyor. Bir Avrupa başkentine gelmişsin, üstelik 2000 yıllık bir şehir, topraklan tarih fışkırıyor. Nasıl güzel muhafaza etmişler, geçmişlerine kültürlerine nasıl sahip çıkmışlar. Nerede bu Romalı inşaatçılar? Roma Forumu'nun ve Kollezyum'un karşısına neden havuzlu, fitnessli rezidanslar dikmemişler. Sadece Versace, Gucci, Armani, Hermes hastası arap petrol zenginlerine satsalar ülke kalkınır. Minicik iki kişilik Fiat arabalara bineceklerine  Jiplere binerler. Burayı yönetenler petrol zenginleri, sonradan para bulmuş zenginler şehrimizde oturmasın, markalarımızı alsın bize para kazandırsın ama ülkelerine geri dönsün istiyorlar. İtalya italyanlarındır misali. Otele gelirken kaldırımlar ergenimin dikkatini çekti. Taşlar o kadar eski ki parlamış, kayganlaşmış, araları açılmış. Bir allahın kulu bizim Beyoğlu'nda güzelim kaldırım taşlarının üzerini asfaltla örttüğü gibi örtmemiş. İnsan mukayese ediyor işte... Üstelik benim yaşadığım şehrin adı da Roma, yani Konstantin'in başkent yaptığında ki adıyla New Roma, Yani Konstantiniyle, yani Dersaadet ve Güzelim İstanbul... Bir tarih öğrencisi olarak mukayese ettim ve üzüldüm.

İlk akşam bir heves İspanyol merdivenlerine gidiyoruz, hepsi birbirine benzeyen beş bin tane resim çekiyoruz. Resim kursuna giderken hocamız derdi; Çok resim çekin, içlerinde beğeneceğiniz bir kaç tane mutlaka çıkar.Benim ergen çoğu resmi beğenmiyor, ben sürekli çekiyorum. Hava soğuk fakat yağmur yağmadığı için şanslıyız, bu şans diğer günlerde de devam ediyor.
Ertesi günkü programımız aşk çeşmesi; Aşk çeşmesi aklımda kaldığından daha büyük, aklımda kaldığından daha kalabalık. Herkes resim çekme ve suya para atıp dilek dileme  telaşında. Son günlerde  Euro TL karşısındaki değerini Everest'e çıkardığı için biz de bulduğumuz en küçük kuruşu havuza atarak kendimizce ekonomi yapıyoruz. Allah katında büyük para atan ile kuruş atanın dilekleri ayrı ayrı muamele görmüyordur diye düşünüyorum. :)
Bu arada ergenim yine resim çekmemi istiyor. Ben Samsung telefon kullanıyorum, ergenim ise İPhone kullanıyor. Ben onun telefonundan resim çekerken zorlanıyorum o da benimkiyle. Bir hengame yaşıyoruz. Çektiğim elli resmi beğenmiyor. Bir elli tane daha çekiyoruz, o da idare eder vaziyette. Çevrenin zevkine varmamız mümkün değil. Snapchat trafiği yaşıyoruz bu arada. Okul arkadaşları da bir haftalık tatilden yararlanıp bir yerlere gitmişler. Herkes birbirine video yolluyor.
- Elifçiğim bak şurayı gördünm...
-Aman anneee! video çekiyordum sesin karıştı.
Zaten o kadar kalabalık ve gürültülü bir yer ki benim sesim karışsa ne olur.
Sus! işareti yapıyor. Biz Aşk çeşmesinde tıp oynuyoruz.
Aslında kızamıyorum, yeni nesil gençlerin çoğu böyle. farklı bir hayat tarzları, düşünceleri var.
Çeşmenin önünde yer bulamıyoruz kendimize. Arkamı dönüyorum, çeşmenin tam karşısında sevimli bir otel var. Otele gelenler için bu görüntü romantik mi yoksa gürültüden dolayı rahatsız edici mi bilemedim.
Aslında adı aşk çeşmesi değil La Fontana di Trevi . Üç yol ayrımında olduğu için Trevi adını  aldığı da söyleniyor, üç su yolunun birleştiği yer olarak da biliniyor. Çeşmenin tarihi milattan önceki yıllara dayanıyor.  Efsaneye göre su arayan Romalı askerlere bir genç kız buradaki suyu göstermiş. Sonra bu su kanalı Pantheon'a kadar ulaştırılmış. Hevesle anlatmak istiyorum bu küçük bilgiyi fakat ne ergenimin ilgisini çekiyor, ne de gürültüden dolayı benim sesim duyuluyor.
Sonraki durağımız Vatikan.
Dur bakalım Vatikan'da bizi neler bekliyor.