24 Eylül 2013 Salı

ARKADAŞIMIN ARKADAŞI; EVET SEN....


Aslında sizleri tanımıyorum, ne mutlu bana ki  birbirimizden bihaber sessiz sedasız takipçilerimsiniz. Kızlarımın arkadaşları, Blogger olmadığı halde yazdıklarımı okuyanlar. Orada bir yerlerdesiniz, bazen bir yakınımdan duyuyorum adınızı: "Valla ben her zaman sitene girmesem de eşim okuyor seni" diyenler, Arkadaşıma bahsetmiştim senden telefonuna geliyormuş yazıların" diyenler. Nasıl mutluyum anlatamam. Bugün yine bir arkadaşımdan duydum yeni takipçimi.  Yazamadığım günlerin ağırlığı çöktü üzerime. Yazdıklarımın yetersizliği, acizliği..
Hep orada olun emi.. Bana güç verin, hikayemi dinlemeye devam edin...

..
Akşamları yürüyüşe başladım bir süredir. Önce oturduğum sitenin içinde, sonra mahallede geniş bir daire çiziyorum. Hızımı alamayıp semtimizi dolanıp bütün İstanbul'u arşınlar mıyım?
Tamam biraz abarttım ama mübalağa olsun istedim.
Okullar açıldı, benim şoförlük maceram da başladı. Küçük kızımı okula bırak, akşama almaya çık. Ne kitap almak bitiyor, ne de defter. Geçen yıl giydiği kıyafetler küçülmüş hadi yenilerini al. Koşturmaca, koşturmaca....

Sağlık Ve Yaşam Dergisinde Kültür Ve Sanat sayfasını yazmaya devam ediyorum. Bu sayede gelecek filmleri, tiyatroları, konserleri, etkinlikleri, yeni çıkan kitapları, çok satanları takip etme olanağı buluyorum.
Hani bu yıl Tarih okuyacağım ya, Osmanlıca kitabı aldım. Evin içinde Farsça, Arapça harfleri telaffuz ederek dolaşıyorum. Sapanca'ya gidinceye kadar biraz ezberleyip de annemin yanında okuyabilsem çok iyi olacak. Kızım Arapça öğreniyor niye çok mutlu olacak. Çaktırmasam mı acaba? Kuzenim "Osmanlıca öğreneceksin de ne olacak" dedi.
Cevabım bana bile komik geldi.
"Eski mezar taşlarını okuyacağım."

Kısacası daha önce bir yazımda yazdığım gibi  bendeki Eylül sıkıntısı, yerini Eylül telaşına bıraktı, sonunda Eylül rehaveti yaşayacağım gibime geliyor.
Hadi bakalım...



17 Eylül 2013 Salı

SAPANCA DEĞİŞİYOR - MU?


Annemin demir bahçe kapısını zorlayarak açtım. İyice eskimiş, paslanmış. Bakıma ihtiyacı var.
Canım annem balkonda her zamanki kanepesinde yolumu gözlüyor. Artık eskisi gibi hızlı hareket edemediğinden  ağır ağır kalkıyor beni karşılamak için. Uyanık, kilosunu belli etmeyecek bol bir elbise giymiş.
İçerideki odadan temizlik sesleri geliyor. Daha yol yorgunluğunu atmadan üzerimi değiştirip temizliğe dahil oluyorum. 
Neyse geldiğim ilk gün temizlik işini bitirip diğer günler rahat ediyoruz. Akşam üzeri kuzenlerim geliyor sırayla, sonra arkadaşlarım. Bütün zamanlarımız balkonda geçiyor neredeyse. Yatmak ve yemek yapmak için içeriye geçiyoruz. Yemeğimizi balkonda yiyoruz.

Ertesi sabah Sala sesiyle uyanıyorum. "Biri ölmüş. Kim acaba?" derken sokağımızın sonunda bir süredir hasta olan bir kadının  vefat ettiğini söylüyor belediyenin anonsu. Anonslarda garip bir durum dikkatimi çekiyor. Ölen kişinin sadece erkek yakınlarının adı zikrediliyor. Yanı ölenin kızının adını söylemiyorlar. Dinimizde böyle bir kadın ayrımcılığı var mı? Annem vefat eden hakkında bir şeyler anlatıyor, "iyi kadındı" diyor.
Hayat devam ediyor.

"Anne yıllardır bize salçalar yapıyordun. Bu yıl da ben sana yapayım." diyorum. Annemin ağzı kulaklarında. Kasabada yaşamanın avantajları anında önümüze çıkıyor. Çuvallarla biber satan satıcılar geçiyor kapının önünden. İki çuval biber, 20 kilodan kırk kilo. Ben bu işi nasıl becereceğim?
Bu kadar salçayı ne yapacak bilemedin ama ses etmiyorum. Geldiğimin ikinci günü biber ayıklamak, yıkamak, kaynatmakla geçiyor. 15 kavanoz...
Sonraki gün kuzenimle sabah yürüyüşü yapacağız, dönüş yolunda fırından sıcacık simitler alacağız. Çarşı içinde 30 yıldır aynı yerinde olan manava uğrayıp annemin sevdiği üzümden alıyorum. Yaşlı manav dertli. Kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde çarşıya meydan kazandırmak amacı ile binaları yıkıyorlar. Proje sonunda Sapanca güzel bir meydana sahip olacak ama esnaf rahatsız bu durumdan.

Manav bunları anlatırken yeni bir dükkan arıyor kendine, emekli olup evinde oturmayı düşünmüyor bile. Doğduğum memlekette pek alışık olmadığım derecede kibar bir dille başımızı ağrıttığını düşündüğünden özür diliyor. 
Üzümü, simidi alıp ara sokaklardan evimize doğru giderken yanımızda bir araba duruyor. Kırk yaşlarında bir adamın sorduğu soru ile hayrete düşüyorum.
" Burada masajcı varmış. Biliyor musunuz?" 
Eyvah! Sapık birine rastladık. Burası Sapanca, nasıl bir yer bu masajcı, bu adam şaka mı yapıyor? derken kuzenim gayet ciddi tarif ediyor.
Meğer gerçekten masajcı varmış. Böyle küçük muhafazakar yerlerde başka anlamlara gelecek meslekleri yapmak zordur diye düşünürken yanılıyorum. Aklıma gelen kötü düşünceler yüzünden kendimden utanıyorum. Gerçekten kadınların da erkeklerin de gittiği, daha çok bel problemleri olanların ilgisini çeken bir yermiş burası. 

Aslında Sapanca'da hiç bir şeye şaşırmamam gerektiğini hala anlamadığım için kendime şaşırıyorum. Çünkü ertesi gün çarşının içinde kuzenimin kocasına ait kahvehanede çay içiyoruz. Üç kadını kahvehaneden çıkarken gören kuzenimin kocasının arkadaşları onunla alay ediyorlar;
"Hayrola ihsan Altın günü mü yaptın?"
Biz korkuyla İhsan abinin yüzüne bakıyoruz. O ise gülümsemekle yetiniyor. Adam öldürmekten hapse girip bir yıl önce çıkmış bir adama bu şaka yapılır mı?
Bu şakayı yapanın kaç yıl içeride yattığını öğrenmek bile istemiyorum.



16 Eylül 2013 Pazartesi

ÖNÜM, ARKAM, SAĞIM, SOLUM GELİN


Pazar günü eşlerimiz yanımızda değildi ve sıkılıyorduk ki Filiz önerdi;
"Hadi yürüyüş yapalım."
Semtimizde etrafında yürüyüş parkuru olan göletli, yeşillikli kocaman bir park var.  Hava oldukça güzel, parka girişte ağaçların dibinde resim çektiren gelin ve damada  rastlıyoruz. Biraz ileride ahşap köprünün üzerinde başka bir çift resim çektiriyor.
O da ne!


İleride başka bir gelin damat, daha ötede bir çift daha...
Ben diyeyim on beş, siz deyin yirmi çift. Arada nişan tuvaletleri ile resim çektirenler de var. Kısacası her metrekareye bir çift düşmüş.
Bahsettiğim park yeri küçük bir yer de değil 26.00 metrekarelik göleti ve 300 bin metrekarelik yeşil alanı olan bir  yer. Yeşillikler içerisinde nereye bakıyorsak bembeyaz gelinlikler içerisinde çıtı pıtı gelinler, kimi beyaz, kimi siyah smokinler içimde sevimli damatlar var. Eskiler iki bayram arası düğün olmaz derlerdi ama yeni nesil iki bayram arası evlenin diye algılamış olmalı bu sözü. 

Neyse, Sanırım dış mekan düğün fotoğrafçılığı başlı başına bir meslek olmuş da haberim yok. ( İçinizden 'her şeyden de haberin olmasın' diyeniniz varsa teessüf ederim.) 
Gördüğümüz onlarca gelin- damadın fotoğrafçıları tek başlarına çalışmıyorlar. Yanlarında yardımcıları, kimilerinin ellerinde şemsiye, balon, çiçekler olduğu halde değişik konseptlerde resimler çekiyorlar. Bazıları ekip halinde çalışıyorlar. Ellerinde güneşten yararlanmak için parlak levhalar, aksesuarlar..
Gelin ve damat birbirlerine sarılmış, resim çeken komut veriyor;
"Gelin hanım, siz yüz vermeyin, damat bey siz de gelin hanıma bakın."
Bak sen mizansene!

Kırmızı bir şemsiyenin altına girmiş bir çift mutlu gülümsüyor. Bazı çiftlerde gerginlik seziliyor ama genelde gelinler çok rahat, damat, "Bir an önce bitse de gitsek" havasında.
Damat kıyafetleri üç aşağı beş yukarı aynı fakat gelinlikler biçim biçim. İçlerinden tek bir tanesinin gelinliği dikkat çekiyordu. Çünkü omuzunda melek dövmesi olan sarışın gelin hanımın gelinliği mini olarak tasarlanmıştı.

Dışarıdan o kadar sevimliler ki resimlerini çekiyorum.
Uzmanlar evliliklerin ilk beş yılında sorun yaşamayan çiftlerin evliliklerinin sağlam temellerde ilerleyeceği fikrindeler. Bazıları aşkın ömrü 3 yıl diyor. 
Mutlu bir tebessümle evimize dönerken bu pırıl pırıl gençlerin uzun yıllar sevgiyle birlikte yaşamalarını diliyorum.

9 Eylül 2013 Pazartesi

BİZ PLAN KURARKEN YAŞADIĞIMIZ ŞEY...HAYAT


Dün sevgili arkadaşım Keriman aradı.
"Yarın sana geliyorum... Yok en iyisi Kahve Dünyasında buluşalım, oradan seni yemeğe götüreceğim."
Aslında bir iki gündür ağzımın tadı yok. Bir gün önce yazdığım gibi Eylül sıkıntısı yaşıyorum. Bize gelse evde otursak konuşsak dertleşsek.. Bu fikrimi söylediğimde itibar etmedi. 
Kahve Dünyasında buluştuk. İki aydır görüşmüyoruz, zayıflamış ama gözleri ışıl ışıl. Kahvelerimizi içtikten sonra Midpoint'e geçtik. Dört peynirli pizza eşliğinde dört bir taraftan konuştuk, anlattık. 
Bazen dostluklar hiç anlaşamayacağını düşündüğün kişilerle olur, bizim ilişkimiz de bu şekildeydi. Bundan 27 yıl evvel eşlerimizin arkadaşlığı vasıtasıyla tanıştığımızda bilmiş bilmiş halleri, Edebiyat öğretmeni olduğunu hemen anlayacağınız şekilde kelimeleri vurgulayarak konuşması rahatsız etmiş. "Ben bu kadınla hayatta anlaşamam." demiştim. Oysa geçen bunca yıl içinde hiç küsmeden, birbirimizi kırmadan bu zamanlara geldik. 
Bazen bir iki sene görüşmediğimiz oldu, bazen haftalarca birbirimizi aramayız, ama her defasında sanki dün ayrılmışız gibi dostluğumuz devam eder.
Yemeği özellikle uzattık, konudan konuya atladık. Yeni evlenen oğlundan, kızının minik bebeği Alin'den, Armutlu'ya taşınmasından. Benim kızlardan bahsettik.
Nasıl iyi geldi anlatamam.
Yarın Sapanca'ya gideceğim, okullar açılmadan bir iki gün kalıp döneceğim.
Bana müsade..



8 Eylül 2013 Pazar

EYLÜL SIKINTISI


Sıcak yaz günleri yerini Eylül ayının tatlı serinliğine bırakırken Mehmet Rauf'un "Eylül" romanı gelir aklıma. 
Sonra Alpay'dan "Eylül'de gel" şarkısı...
Sonra Eylül'de ansızın gidip bir daha dönmeyenleri hatırlarım içim sıkılır.
Henüz yaprakları sararmamışken ağaçların, ölümü bekler gibi çaresiz sallanmalarını izlerim. Ölüm hemen yanı başımızdayken Ahmet Kaya'dan bir ezgi dolar kulaklarıma...
Nasıl diyordu Ahmet Kaya?
"Yaşamak ağrısı asıldı boynuma."


4 Eylül 2013 Çarşamba

KORE ÇADIRI


Broşürlerinde Kore Kültür Pavilyon yazıyor. İngilizce'de çadır anlamında ama yazılışını değil de okunuşunu yazmışlar, başka bir anlamı mı var? Araştırmaya zamanım olmadı.
Eminönü meydanında kocaman bir çadır, girişte karşınızda doksan derece eğilen yerel kıyafetler içinde bir genç. Koreli bir genç olsa daha sevimli olur, duruma uygun düşerdi ama göz ardı edip bir Türk'e vermişler bu görevi.

Koridoru geçince kocaman bir çan üç boyutlu olarak karşınıza çıkıyor. Kore'nin üç krallık dönemini sona erdirip bin yıllık Silla dönemini anlatan görüntüler, döneme ait takılar, silahlar, kıyafetler..
Koridorları devam ettikçe duvarlarda gelişen Kore'nin günümüze uzanan serüveni resimlerle betimlenmiş. 

"Hanok" denilen geleneksel Kore evleri, yemekleri, çini işleri sergileniyor.
Son olarak girilen salonda her tarafta ziyaretçilerin küçük post-it üzerine yazdıkları notlar asılmış rengarenk. Ardından hoş bir sürpriz sizi bekliyor. Dijital olarak çekilen resminiz geleneksel Kore kıyafeti ile karşı duvara yansıtılıp Gyeongju sokaklarında gezintiye çıkıyor.

Sevgili arkadaşım Filiz ile birlikte gülerek çadırı terk ediyoruz. 

Aslında buraya gelmeden önce kıyıda balık ekmek yemiştik. Elinde telefon, omuzunda kocaman bir çanta ile bir kadın oturduğumuz taburelere çarpmış şalgam suyunu Filiz'in üzerine boca etmişti.
İki süslü teknede satılan balık ekmek alanı küçük tabure ve sehpalarla doluydu. Boş bulduğumuz bir yere oturmuştuk ki adam uyardı: "Balıklarınızı aldığınız yerin tabureleri bunlar değil, kalkın."

Balıktan sonra hemen meydandaki  lokmacıdan tatlımızı yerken genç sapasağlam bir dilenci kadın elinden tuttuğu çocuğu ile ensemizden ayrılmadı. Para istiyor. Tatlı istese alacağım ama para vermek çok saçma. Şimdiye kadar yediğim en güzel lokmalar boğazıma dizildi. 
Kapalıçarşı esnafının hepsi demeyeyim de bir çoğu  turistleri taciz edecek derecede mallarını satmaya çalışıyor. Bizi de Rus turist sandılar herhalde bir çekiştirmedikleri kaldı.
Ardından gittiğimiz Kore çadırı, gerek müziği, gerek atmosferi ile bütün gerginliğimizi aldı götürdü. 
İstanbul'da oturanlara, yolu Eminönü'ne düşenlere tavsiye edilir. 

2 Eylül 2013 Pazartesi

KIŞ GELMEDEN BİBER VE DOMATES SALÇASI YAPALIM.


Pazarlarda fiyatları ucuzlamaya başladı.
Kolay yapılan  domates ve biber salçaları tarifi:

Biberlerin çekirdeklerini çıkartıp üç dört parça olacak şekilde doğrayıp yıkayın. Düdüklü tencereye alabildiği kadar koyun. İçine bir bardak kadar su ilave ederek yarım saat kaynatın. Ocağın altını kapatıp suyunu süzün.

Ilık olunca  robotla püre haline getirin. 
Püre haldeki salçanın kabuklarından kurtulmak için ıspatula yardımı ile  süzgeçten geçirin. 

Tencerede 10 dakika kaynatın. Sıcak sıcak kavanozlara koyup kapağını sıkıca kapatın. Kavanozları ters çevirip soğumaları için bekletin.

Soğumuş salçaları serin ve ışık görmeyen bir yerde muhafaza edin.
Not: Domates salçası için de aynı işlem yapılacak. Domatesler çabuk pişmesi için dört parçaya bölünürse zamandan tasarruf etmiş olursunuz.