13 Mayıs 2011 Cuma

ELİF


Poulo Coelho "Elif" romanında Fransız Prenelerindeki evi için şöyle diyor; "Ev sonunda beni de ele geçirmiş, beni de bırakmaz olmuştu. Çünkü yaşam enerjisini tazeleyebilmek için onunla ilgilenecek birine ihtiyacı vardı."
Sanki bahsedilenler Poulo Coelho'nun evi değil de benim çok iyi bildiğim bir evdi.
70 yıllık yıllık bir ev. 

Babaannemin babası Abdullah usta yapmış doğduğum evi. Ortasında "Sofa" denilen genişçe koridorlu, dört odalı küçük sevimli bir taş evmiş. Odalarının içinde yemek yapılan ve ısınılan ocaklar, gömme dolap gibi hamamlar, "Lambalık" dediğimiz gaz lambalarının koyulduğu "Nişler"
Bazen yerinden oynayıp elimize düşen "Giyotin" pencereler, camsız ahşap kapılar. Annemin yeşile boyanmış pirinç karyolası.
Babamın,amcamın, halamın gençliği bu evde geçmiş, bu evde evlenmişler. Mutluluklar yaşanmış, kavgalar, doğumlar,ölümler.

Bazen yorgun düşmüş evimiz, damı akar kapıları gıcırdar olmuş. Sonra yavaş yavaş kabuğunu değiştirmeye başlamışlar. Kapıları değişmiş önce, sonra çerçeveler. Aralarına bozuk paralarımızın düştüğü ve hiç bir zaman çıkartamadığımız döşemeler sökülüp beton doldurulmuş. Hamamlar odanın içinden çıkıp banyo adını alarak ayrı bir yere konmuş. 
Önce yıka söke canından can kopartmışız evimizin. Sonra da tamir eder olmuşuz, sözüm ona düzelteceğiz diye. Kendisine benzemeyen, yeni bir eve de benzemeyen garip bir "şey" çıkmış ortaya. İki büyük deprem görmüş de gıkı çıkmamış.

Şimdi kimin haddine düşmüş bu şekilsiz küçük evi yıkıp yerine apartman dikmeye?
Bizi o kadar ele geçirmiş ki, nereye gidersek gidelim, nerede yaşarsak yaşayalım bir yanımız o eski küçük evde varlığını sürdürüyor. 
O ev yaşıyor. Yaşamını sürdürmek için mücadele veriyor.
Çünkü dallarımız nereye uzarsa uzasın köklerimizin orada olduğunu çok iyi biliyor.

Hiç yorum yok: