19 Haziran 2011 Pazar

BABALAR GÜNÜ


Annemle birlikte çarşıdan geliyoruz, elimizde poşetler, hava buz gibi soğuk.
1980  yılları Sapanca'da henüz taksi çağırmak fikri yok. Taksi durağında bir iki taksi varsa da bizim haberimiz yok. Yürüyerek gidiyor, geliyoruz her yere.
Yolu tam yarılamışız arkamızdan at arabası sesi duyuluyor. Sapanca'da çingeneler pazara çıkanların yükünü, eşya alanların eşyalarını, taşınması zor her şeyi taşırlar at arabası ile. Araba tam yanımızda durup anneme sesleniyor çingene adam;
- Yenge sen Nurettin abinin karısı değilmisin?
Annem; - Evet diyor. Ama hayretle adamın üzerine giydiği kalın paltoya, ve yepyeni kışlık ayakkabılara bakıyor.
Adam annemin bakışlarını fark edip izah ediyor;
- Sizin bahçeye gübre taşırken Nurettin abi üzerimde ince kıyafetleri görünce paltosunu ve ayakkabılarını bana verdi.
Babamın bir kaç gündür ince paltoyla ve eski ayakkabı ile gezmesinin nedenini anlayan annem ses çıkartmıyor. Belli ki biraz kızıyor. Arabacı uzaklaşırken annem söyleniyor;
- İyilik yap tamam da,  başka palton mu var be mübarek adam?

14-15 yaşlarındayım. Dışarıda şiddetli bir kar var. Babam odasında, biz annem, ablam, abim, babaannem ve büyük babam bir odada sobanın başındayız. Büyük babam ve babam her zamanki gibi küsler. Ablamla yemeklerden bahsediyoruz.
- Şimdi çikolatalı pasta olsa ne güzel yenirdi değil mi?
Abime duyuruyoruz sözde, hiç üzerine alınmadığı gibi bizimle alay ediyor.
- Üzerine de mum koysaydık bari, delimisiniz siz gecenin bir vakti bu kış kıyamette hayatta dışarıya çıkılmaz.
Aslında haklı, dışarıya çıkılacak gibi değil, saat 10'u geçmiş.
Bir kapı sesi duyuyoruz annem bakıyor ki babam çıkmış gidiyor. Büyük babam; "Bu saatte kahveye gidilir mi" diye söyleniyor.
Yarım saat sonra tekrar kapı sesi. Babamın elinde kasabanın tek pastanesinin paketi, üstü hindistan cevizli, çikolatalı pasta.

55 yıllık ömründe Sapanca'nın dışında 3-4 şehir gezmiş babamla konuşuyoruz.
- Olanağın olsaydı nereye gitmek isterdin baba?
- Madrid.
- Nasıl yani, İspanya Madrit'mi?
Ankara'ya bile gitmemiş babam okuduğu kitaplardan etkilenerek Madrit'e gitmek istediğini söyleyerek oranın tarihi hakkında uzun uzun anlatıyor.

Bir yaz günü evimizin bahçesinde oturuyoruz. Tavuklarımız kuluçkaya yatmış, bir düzine kadar civciv çıkartmış.
Anneleri biraz uzakta ama yavrular daha girişken etrafımızda dolaşıyorlar. Annem kümesteki tavuklardan birini kesmesini istiyor babamdan. Silahsız gezmeyen, ömrünün yarısı hapiste geçen babam irkilerek; - Ben yapamam Metin kessin tavuğu. diyor abimi kastederek. Tam o sırada elinde tutuğu civcivi yüzüne yaklaştırıyor sevmek için, civciv babamın gözünü gagalıyor. Babam acıyla bağırırken civcivi fırlatacak diye bekliyoruz. Babam o acısının içinde elindeki hayvanı yavaşça yere bırakıp yüzünü yıkamak için kalkıyor.

Bir Bayram arifesi.
Ablam ve eniştem Amasya'dan erkenden gelmişler ziyaretimize. Abim ve yengem evdeler. 23 yaşımdayım, güzel bir işim, rahat bir hayatımız var. Ilık bir Haziran gecesi. Mutfakta bayramda yenilecek tatlılar şerbetlenmiş, kokusu dışarıya dolmuş. Babam odasından çıkıyor. 
Yüzü kıpkırmızı.
- Nefes alamıyorum. Babam kolay kolay hastalanmaz, heyecanlanıyoruz.
Abim ve eniştem hemen hastaneye götürüyorlar.
İki saat sonra "Babamsız" geri dönüyorlar. Abimin kucağında hastanenin kapısında abimin gözlerinin içine bakarak 55 yaşında can vermiş.

Son 5 yıldır babamızı uzun uzun görebiliyorduk.
6 yaşındayken Sağmalcılar Cezaevinde ziyaretine gittiğimizde kalın camların arasından bana bakan yüzünü hatırlardım hep. Sonra Akyazı cezaevi, Sonra Sapanca, tekrar Akyazı..
Hep parmaklıklar ardında ve uzakta..
Evde olduğu anlarda da geceleri sessizce gelir, gündüz kaybolurdu. Şimdilerin mafya, eskilerin kabadayı dediği bir babam vardı.
Cebindeki silahını saklar, fildişi kakmalı çakısını göstermeyi severdi.
Yaşanmamış bir baba evlat ilişkisi üç kardeşin de boğazında bir yumru gibi tıkandı kaldı.
Baba gibi bilemedik, baba gibi güvenemedik, baba gibi sırtımızı dayayamadık. Her an gidebilirdi.
Hiç azarlamadı, okulumuza gelmedi, hastalandığımızda yanımızda olmadı, Bayramlarda elini öpemedik.
Seni seviyorum diyemedik. Ölümüne bile inanamadık.
"Beni duyuyorsan eğer oradan; Seni seviyorum. Babalar günün kutlu olsun güzel adam."

Hiç yorum yok: