5 Temmuz 2010 Pazartesi

HİKAYELERİMİZ VAR YAŞAYACAK


Blogumu takip eden arkadaşlarımdan biri " Senin anlatacak bir hikayen var." dediğinde farkettim, evet benim bir hikayem var.
Benim bir hikayem olunca çevremde hikayesi olanlar daha çok ilgimi çekiyor.
Eskiden beri hikayesi olan insanları sevmişimdir. 
Uzak amcalarımdan birinin ikinci eşi Suzan Yenge geldi aklıma. Amcam eşinden ayrılmış. İstanbul'dan gösterişli bir kadınla gelmişti. O yıllarda İstanbuldan gelin almak demek saraydan biriyle evlenmek kadar şaşaalıydı.
Çok gösterişli bir kadındı Suzan yenge. Kürklü, ojeli, sigara içen, küfür eden güzel bir kadın ve emekli bir  kaymakamın kızı.
Mahallemizin en büyük evinde yaşarlardı. Altı değirmen olan evde hatırladığım kadarıyla 7-8 oda, kocaman bir salon vardı. 
Suzan yenge aynı evdeki iki eltisinden farklı olarak evin iki odasına sahip oldu. Birinde yatacak, diğerinde ise misafirlerini ağırlayacaktı.
Evin kocaman misafir salonunu hemen hiç kullanmadı. Kendine ait yüksek tavanlı kocaman iki odada yaşamaya başladı.
Mahallenin bütün genç kızları, çocukları ona bayılırdık. 
Hemen her akşam evine giderdik. Çünkü mahalleye ilk televizyonu onlar almıştı. Elektiriklerin çok sık kesildiği kış gecelerinde, gaz lambasının ışığı altında kadınlar, kızlar etrafına toplanır onun anlattığı aşk hikayelerini dinlerdik.
Hikayelerindeki kızlar fakir ama asil, erkekler Lord olurdu. Sonunda birbirlerine kavuşurlar ama hiç öpüşmezlerdi.
Yıllar sonra bu hikayelerin benzerlerini Barbara Cartlant'ın romanlarında okumuştum. Belki de bize bu romanları anlatıyordu.
İlk eşinden çok hizmet gören amcam Suzan yengenin yanında ağzını bile açamazdı. Öyle bir tatlı sert çıkışı vardı ki amcamın korktuğundan mı yoksa sevgisinden mi  ses çıkarmadığını bilemezdik.
Diğer gelinlerin tesine kayınpeder ve kayınvalide ile resmiyeti kaldırmış, onları parmağında oynatıyordu.

Sülalenin kadınları ona karşı hayranlıkla karışık bir kızgınlık duyuyorlardı.
Sanırım zamanın bir çeşit feministiydi Suzan yenge.
Ortaokula giden oğluna haftada bir türkçe derleri verirdim. O da bana kahve yapar birlikte içerdik. Bazen de kahve falı bakardı. Bu fallarda hiç kötü birşey söylemezdi. Öyle güzel şeyler söylerdi ki, bir Prensle evleneceğimi, Sarayda yaşayacağımı düşünürdüm.

Evlendikten sonra Sapanca'ya gittiğimde arasıra ziyaret ederdim. Bir kız , bir erkek iki çocuğu vardı. Eşi yıllar önce ölmüştü. Çocukları evlendi, kocaman torunları oldu.
En son bir yıl önce gördüğümde elinde sigarasıyla karşıladı beni. 
Her zamanki gibi ocakta demlenen çaydan teklif etti.
Oysa ki ben bir gün önce bir tartışma sırasında öldürülen oğlu için başsağlığına gitmiştim.
..
Onun hep bir hikayesi olmuştu.
Önceleri kendisi anlatırdı hikayelerini, sonra yaşadıklarıyla kendi  hikaye oldu.

Hiç yorum yok: