31 Ocak 2012 Salı

ZENNE


İzleyip izlememek konusunda kararsızdım. Antalya Film Festivalinde 5 ödül aldığını duyunca iyice iştahım kaçmıştı. Henüz gösterime girmemiş bir filmin bir kaç Jüri karşısında ödül alması anlamsız geliyor bana. En güzel ödül izleyicinin salonları doldurarak karar verdiği ödül olmalı diye düşünürüm. Oldum olası ödüllü filmlere karşı antipatim olduğu için isteksiz olsam da, büyük kızım ısrar edince birlikte izleyelim dedik. Film ilk başlarda anlaşılmaz gibi geldiyse de sonraları içine aldı bizi. Sonlara doğru aşk filmlerinde birbirine kavuşmasını arzu ettiğimiz kahramanlar gibi mutlu son bekledim. Ama konu zaten belliydi. Film, Türkiye'de namus cinayetine kurban giden ilk gey erkeğin hikayesini anlatıyor. 
Kültür bakanlığı filmi desteklemek istememiş. Hollanda Konsolosluğu İnsan hakları Fonunun katkıları olmuş. 

Filmde Alman fotoğraf sanatçısı Danny'e aşık olan Türk genci Ahmet'in Gey olduğunu ailesine söyleyememesi, annesinin oğlundaki değişikliği çocukluğundan beri fark ettiği halde bu durumu bir türlü kabul etmemesi yönünde devam ediyor.  Filmdeki bir sahnede kendi kendime konuştuğumu fark ettim.
Danny ailesinin kendi durumundan haberdar olduğunu ve bunu sorun etmediklerinden bahsedip Ahmet'e şöyle diyor; "Ailene durumu açıkla, sana anlayış göstereceklerdir. Ailen mutlaka seni seviyordur." dedi. O sırada ağzımdan şu cümleler çıktı;
"Söyle , söyle de başına neler geliyor gör." 
Henüz izlemediyseniz izlemenizi tavsiye edeceğim vizdanı sızlatacak bir film Zenne.


29 Ocak 2012 Pazar

KAHVE KÜLTÜRÜ


Küçüklüğümde hatırladığım kadarı ile  itibarlı misafirlere ikram ederdik kahveleri. Çocukların içmesi yadırganır, genç kızların içmesi hoş karşılanmazdı. Ama kahvenin kültürümüzde hep değerli bir yeri oldu.
Kahvenin ilk bulunduğu yer Habeşistan'ın Kaffa yöresi olduğu söyleniyor. 14. yüzyıldan sonra bilinmeye başlanmış. Hatta ilk zamanlarda keyif vermesinden dolayı içki ile eş değer tutulmuş. Kahve ağacının çekirdeklerinin kavrulup öğütülmesiyle oluşan karışım sütle ve suyla içilir olmuş.
Dünyada petrolden sonra en fazla ticareti yapılan ürünmüş.
Sadece 2004 yılından bu yana  Anamur ve Mersin'de 16 dönümlük bir alanda kahve ekimi yapıldığı halde Türk Kahvesi neden bu kadar biliniyor?
Türkiye'deki en eski kahveci 1871 tarihinde kurulan Kurukahveci Mehmet Efendiymiş.
Peki Türkiye'de yetişmediği halde Türk kahvesini bu kadar ünlü yapan ne?
Meğerse pişirilmesiymiş. 
Odun kömüründe ağır ağır pişirilen köpüklü kahvenin tadı başka bir tatla mukayese edilmezmiş.
Adam her zaman gittiği kahvede içtiği kahveye zam geldiğini fark etmiş. Duvarda da şöyle bir yazı var;
"Kahve Yemen'den gelir, yolu ırak
5 lira yermedi 5 daha bırak."
Adam sinirlenmiş. Hemen yazının altına şunları ilave etmiş;
"Kahve Yemen'den gelir yolu sapa,
5 lira yetmediyse dükkanı kapa."
Bu yazıyı orta şekerli bir türk kahvesi eşliğinde yazdım. Hadi üşenmeyin dışarıda kar var, elinizde sıcacık bir kahve ile içinizi ısıtmaya ne dersiniz?





21 Ocak 2012 Cumartesi

EFINST İngilizce Dil Okulu ile "Al sevdiğini, uç İngiltere'ye!"

20. yılını kutlayan EFINST İngilizce Dil Okulları harika bir kampanya başlattı. EFINST Dil Okulu, 14 Şubat Sevgililer Günü’ne kadar kayıt yaptıran herkese İngiltere’de 2 haftalık İngilizce eğitimi hediye ediyor. Üstelik bu programlara iki yıl üst üste AB Dil Ödülü kazanan ESP (Özel Amaçlı İş İngilizcesi Programı) da dahil. Yani hem Türkiye’de İngilizce öğreniyorsunuz hem de pratik yapmak için İngiltere’ye bedava gidiyorsunuz. Haberin daha da güzel tarafı, İngiltere’de konaklama ve yeme içmeye de para ödemiyorsunuz.

Ben gidemem, çünkü İstanbul’da yaşamıyorum diyenlere müjde!

EFINST’in e-Learning LIVE! online İngilizce eğitim sistemiyle bire bir canlı online derslerinizi internet üzerinden de yapabiliyorsunuz. Bu sistemle öğretmeninizi canlı canlı ekranınızda görüyor, soru soruyor, sohbet edebiliyorsunuz. Öğretmenin sizin için hazırladığı power point sunumunu kendi ekranınızda görebiliyor, İngilizceye dair tüm sorularınızı özel öğretmeninize sorabiliyorsunuz. Başka kimse olmadan, sadece siz ve öğretmeniniz. Aynı gerçek sınıftaki gibi.

Detaylı bilgi için http://www.efdilokulu.com/al_sevdigini_uc_ingiltereye.html adresini ziyaret edin. Pişman olmayacaksınız.

EFINST’in yakında Facebook ve Twitter üzerinden yapacağı kampanyalardan en önce haberdar olmak için:
http://www.facebook.com/EFINST
http://www.twitter.com/EFINST

Bir bumads advertorial içeriğidir.

19 Ocak 2012 Perşembe

WOAW İNDİRİM BAŞLAMIŞ


İki arkadaşımla hem çaylarımızı içiyoruz, hem de muhabbet ediyoruz. Tam karşımızda alışveriş merkezinin yürüyen merdivenleri. İndirim başladı ya! mağazalara girip çıkıyor insanlar. Baktık ki ev aksesuarları satan bir dükkanın poşetleri bir çok kişinin ellinde; "Merak senin adın kadındır." diyerek çayımızı içtikten sonra mağazaya bir bakıyoruz. Kanarya sarısı torbalarıyla zaten dikkati çeken mağazanın bir de hoş ismi var ki rahmetli babaannem sağ olsa, okuma yazma bilse yazıyı okur okur gülerdi. Lazlarda hayret ifade etmek için söylenen bir söz vardır. Amerikalıların "Woav" dediğini bizimkiler Amerika' ya gitmeden uydurmuş ve "Voou" demişler. Mağazanın adı buna benzer bir şey. 

İçeride çok sevimli mumlar, mutfak eşyaları, havlu ve nevresimler var. Hatta bir kaç tane de koltuk kanepe satılıyor. Ama girişte minik minik saksılarında yapma çiçekler gerçekten çok güzel. Artık her gördüğümüz şeye sazan gibi atlayacak yaşı geçtiğimiz için; "Ay ne şeker şeyler." diyerek ayrıldık yanından. Kasada beğendiğimiz çiçeklerden 5-6 tane alan genç bir kadın vardı. İçimden "Bunları eve götürecek ama nereye koyacağını bilemeyecek." düşündüm.
Hepimizin yaptığı bu tür hatalar vardır alışverişte. Vitrinde çok beğendiğimiz bir kazağı alır eve getiririz. Sonra o kazağa uygun bir pantolon ve etek bulamayız. Bu sefer de Kazağa uygun pantolon ve etek ararız. Tam oldu derken kıyafete uyan ayakkabımız olmaz. İndirimde üç kuruşa aldığımız bir kıyafet astarı yüzünden pahalıya gelir bize. 

Mağazalardan çıkan kadınların yüzlerine bakıyorum. Ellerindeki onca poşete rağmen yüzleri gülmüyor. "Keşke beğendiğim o hırkanın 38 bedeni  olsaydı" diye alamadıklarına mı üzülüyorlar yoksa; "Bir delilik yapıp gereksiz yere dünya kadar harcama yaptım. " diye mi pişmanlar anlaşılmıyor yüzlerinden. 
Başka bir mağazada %50 indirime giren elbisenin indirimden önceki fiyatını hatırlıyorum. O fiyat ile şimdiki fiyat arasında % 20 bile olmadığını düşünüyorum. Çalışanların bütün bir gece koca mağaza dolusu etiketi değiştirmeleri geliyor gözümün önüne. 
Evlerimize dönmek için dışarıya çıkıyoruz. Fiyat etiketleri geçiyor gözlerimin önünden. 
Nesrin'e dönüyorum; "Un almam lazım ekmek yapacağım."
Nesrin gülüyor. Çünkü hamur yoğurmanın bende terapi niyetine geçtiğini biliyor.
                                                                                                 
Photo: Tumblr

17 Ocak 2012 Salı

TEK KİŞİKLİK OYUNLARIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI


Behzat Ç. dizisinin başarılı oyuncusu Erdal beşikçioğlu Gogol'un "Bir Delinin Hatıra Defteri" oyununu sergilemiş. Eleştirmenler yere göğe sığdıramıyorlar.
Gogol bu oyunu 1842 yılında yazmış ve dünyanın her yerinde beğeni ile izlenmiş. Ben ilk kez Oyunun adını Genco Erkal'ın sahnelemesiyle öğrenmiştim. Sanırım 20 yıl önceydi. Genco Erkal'ın bu oyunla fırtına gibi estiği dönemde Bakırköy'de  şehir tiyatrosuna geldi oyun. Oyuncu Genco Erkal  değildi, ama kim olduğunu hatırlayamıyorum.  Ünlü bir oyundu ve Rahmetli eşimin avukat bir arkadaşı kendisine ve bize rica minnet 4 bilet bulmuştu. Önlerdeki yerimize geçip oturduk. Elimize tek kişilik oyunun tanıtım broşürünü verdiler girişte. Okuduk, bekledik ve gonk çaldı, oyun başladı. Salon tıklım tıklım dolu, çıt çıkmıyor. 

Bir devler memurunun Burjuva sınıfından bir kıza aşık olması, kızın asilzade biriyle evlenmesi sonucunda adamın kendisini "İspanya Kralı" zannederek delirmesini anlatan oyunun ilk 10 dakikası gözlerimizi karanlığa alıştırmakla geçti. Sonraki beş dakika adamı seçebildik. Sonra ne dediğini kavramak için dikkat kesildik. Yarım saatin sonunda rahmetli eşimi bir gülmedir aldı. Kocaman adam kendini tuttukça daha çok gülmesi geliyor. Tam önümüzde oturan tanımadığımız bir çift kıkırdamaya başladı. Ardından arkamızdaki gençler. Sonra onun yanındakiler, ve diğerleri..

Bir kaç dakika içinde salonda bir kaynaşma oldu. Ben eşimi tuttuğum gibi karanlıkta dışarıya doğru sürükledim. Eşim artık yerlerde kıvranarak salonun kapısına doğru ilerlerken arkamızdan en az 20 kişinin daha eğilip bükülüp bizi takip ettiklerini gördüm. Kapıdan dışarıya adımını atan kadın erkek herkes yüzünde mahcup bir kahkaha ile  gülmekten yerlere yatıyordu. 
Kaçar adımlarla caddeye çıktığımızda salonun yarısı da arkamızdaydı. 
Bizim hemen arkamızda dışarıya çıkan çift otoparka bizimle birlikte geldi biz arabamıza binerken gülerek seslendi;
"Abi bundan sonra nereye gidiyorsunuz? Biz de gelseydik."
Bu yazıyı kesinlikle iyi bir şeymiş gibi yazmadım. Yıllarca Tiyatroya giden birileri olarak ilk kez başımıza böyle bir şey gelmişti. 
Ayıplayan varsa da affetsin, 20 yıl önceki hatamız zaman aşımına uğramıştır herhalde.
Aynı oyuna bir daha gidermiyim diye düşündüm. 
Oynayan kim olursa olsun gitmeyeceğine karar verdim.

Photo:Tumblr

HER YERDE KAR VAR


..
 Dönsen köşeden şöyle 
Şarkı söylerim böyle.
..
Karda zordur yürümek 
Anladım gelmeyecek
Dünya oldu bana dar 
Neden yağdın söyle kar?
...
Bu gün bir şey yazmak istemedim.
Penceremden görünen kırlara bembeyaz karlar yağmış.
İki köpek kendilerine muhtemelen kemik getiren zayıf badına yaklaşıyor,
Temkinli.
Arkada serçeler paylarına düşeni beklemekte.
..


15 Ocak 2012 Pazar

ASLIMA RÜCU MU EDİYORUM?


Sapanca'da doğduğum evin penceresinden baktığımda çoğunlukla kamyon, ara sıra da Reno marka otomobiller geçerdi kapımızın önünden. Böyle kış günlerinde giyotin pencerelerimizin camları buğulanır, ya adımı ya da imzamı atardım birazdan kaybolup gidecek buhara. Sonraki yıllarda imzamı atmasaydım dediğim  anlarım da oldu, adımı unutmak istediğim zamanlarım da.
Sapanca'da ki evimizde pencereden bakmanın olağan halleri yanında İstanbul'da yaşadığım 25 yılda pencerede oturup dışarıya bakanlar ya torununu, çocuğunu bekleyen yaşlı teyzeler, ya da somurtuk bir yüz ifadesiyle bakınan küçük çocuklar olmuştu. 

Bu 25 yıl içinde yerlere kadar uzanan camlarım varken önüne geçecek zamanım olmadı, oturacak zamanlarımda da camlarım uygun olmadı.
Bazen güzel bir evin hoş manzaralarında perdelerin sıkı sıkıya çekili olduğunu görünce anlam veremiyordum. Koca bir yaz boyunca güzelim balkonlarında oturmayıp içeride loş ışıkta ortalama 76 ekran televizyonların karşısında geçiriyorlardı insanlar zamanlarını. Dışarıda bir hayat yaşanırken içeride duvarlarında oynayan bir hayali yaşamaya çalışıyorlardı. 
Sapanca'da yaşadığım sürenin daha fazlasını İstanbul'da geçirdiğim halde taşralı ruhum giyotin penceremden baktığım dünyayı özlüyor.  
Aslıma rücu mu ediyorum? derken geçen yıl bu zamanlarda yazdığım bir yazı geldi aklıma; 

Aslına rücu etmek vardır hani!
Değişirsiniz çabalarsınız ama bir an gelir bir hareketinizle aslınıza dönersiniz.
Aslına rücu etmek kavramı eşler arasında çok yaygındır ama  kadınlar daha çok dillendiriyorlar.
Cicim ayları bittiğinde, kibar, anlayışlı, sevecen adam gider, yerine kaba saba biri gelir.
İşe başladığınızda melek gibi olan   patronunuz 6 ay sonra bağırıp çağırmaya başlar.
Her anlattığınızı can-ı gönülden dinleyen, yaptığınız esprilere gülen kız arkadaşınız bir süre sonra siz konuşurken cep telefonu ile oynar.
Kibarlıktan, nezaketten, saygıdan dem vuran bir adamın   eşini dövdüğünü öğrenirsiniz.
Doğduğumuz andan itibaren sürekli bir değişim içinde oluyoruz. Yaşadığımız yer, birlikte olduğumuz insanlar, eğitimimiz, hırslarımız, yaptıklarımız ve yapamadıklarımız bize bir şeyler katar, çıplak derimizi katman katman örter, şekillendirir. Değişmiş, gelişmiş, eğitilmiş görünürüz.
Ta ki aslımıza Rücu edene kadar...



12 Ocak 2012 Perşembe

STEPHAN HAWKİNG 70 YAŞINDA


Yaşayan en bilinen dahi kimdir diye sorulsa "Tabi ki benim." diye espri yapmayanlar Stephen Hawking diyecektir kuşkusuz.
Bir kaç gün önce 70. doğum gününü kutlayan ünlü fizikçi ve gök bilimci için bir sürü şey yazılıp çizilir yıllardır.
Hawking'i hemen herkes tanır ama yine de onun hakkında yazmak istedim.
Ünlü fizikçi ve gök bilimci Oxford'da doğmuş, Oxford üniversitesini bitirdikten sonra kariyerine Cambridge'e devam etmiş. Bu üniversitenin matematik bölümüne profesör olarak atanmış. Büyük patlama, kara delikler, madde, enerji derken ateist olduğunu açıklamış. Ama bu açıklama onun için pek iyi olmamış. Bazıları 21 yaşında ALS hastalığına yakalanmasını allahın ona cezası olarak yorumlamış. Zamanla vücudundaki kasları oynatamaz hale gelince boğaz kaslarına duyarlı bilgisayar geliştirmişler. Hawking'in araştırmalarına devam edebilmesi ve hayatını devam ettirebilmesi için yapılan buluşlar da en az bilim adamının buluşları kadar değerli olsa gerek.

Sağlık masrafları akademisyenlik maaşının çok üstünde olunca Cambridge üniversitesinin yayınevi, popüler bir kitap yazmasını önermiş; "2500 satarsa masrafını karşılar, 10.000 satarsa hem sen hem de üniversite kazanır, 25 bin satarsa mükemmel olur." sözüne karşılık yazdığı "Zamanın Kısa Tarihi" kitabı 15 milyon satmış.
21 yaşında hastalığın pençesine düştüğünde doktorların 2 - 2.5 yıl ömür biçtiği yaşayan en ünlü dahi azraile çalım atmış gibi görünüyor.
Hawking sadece bilimsel çalışmalarıyla değil özel hayatı ile de gündemde kalmayı başarmış.
1965 yılında dil okulunda öğrenci olan Jane ile evlenmiş ve üç çocukları olmuş.

Daha sonra nasıl oluyorsa kendisine hemşirelik yapan  tekerlekli sandalyesinin tasarımcısının eşine aşık olmuş. Karısını boşayıp, 1995 yılında onunla evlenmiş, 2006 yılında ayrılmış.
Araştırmalarının yanında yaptığı açıklamalarla da dikkati çeken Hawking şöyle demiş;
"Gelecek yüzyılda kendimizi yok etmezsek, gezegenlere ve yakın yıldızlara gidebileceğiz."
“Bu benim başıma nasıl geldi?” diye düşünmeyin, “Benden daha kötü durumda olan insanlar da var” diye düşünün
"Her günün tadına varın. Akşam nereye gideceğinizi planlayın, geleceğinizi planlamayın."
"Yapamayacağınız şeyler için boş yere üzülmeyin, yapabileceğinizi yapmaktan zevk almak için uğraşın."
 "Bir çift ikizi düşünelim. Diyelim ki ikizlerden biri dağın tepesinde yaşasın, ötekisi deniz yüzeyinde. İlk ikiz (yani dağın tepesinde yaşayan) ikincisinden daha çabuk yaşlanacaktır. Yani yeniden karşılaştıklarında öbüründen daha yaşlı olacaktır.
"Biz sıradan bir yıldızın yörüngesindeki küçük bir gezegende yaşayan gelişmiş bir maymun türüyüz. Bizi özel yapan evreni algılayabilmemizdir."
Ve son olarak şöyle demiş ünlü bilim adamı;" Kara deliklerin, ışık hızının gizemini çözecek araştırmalar yaptım. Bir tek kadınları çözemedim."




11 Ocak 2012 Çarşamba

CEVABINI BULAMADIĞIM SORULAR


Marketten çıktım, tam otoparkın orada "çatırr" diye bir ses duydum. Karşımda park etmeye çalışan son model bir Jip park yerinin önündeki demirlere soktu arabanın tamponunu. Ben "eyvah" derken arabadan inen kadın sanki hiç bir şey olmamışçasına tampona bile bakmadan markete doğru ilerledi. O tampon bir işçinin bir aylık maaşından bile fazlaydı ve kadın kafasını çevirip bakmadı bile.
Hangi alın teriyle kazanılan bir paranın sahibi böyle rahat davranabilir diye düşündüm cevabını bulamadım.
Yağmur bütün hızıyla yağıyordu. Markete giderken eski bahçıvanımıza rastladım. Yolun köşesinde durmuş karşı kafenin önüne park etmiş bir arabayı süzüyordu.
 Neden yağmurda durduğunu sorduğumda bahçesine baktığı bir mali müşavirin emeklilik işlemleri için parasını ve evraklarını alarak kendisini oyaladığını, arabasını burada görünce belki adamı yakalayabilirim umuduyla  beklediğini söyledi. Markette uzun bir zaman kaldım. Döndüğümde bizim eski bahçıvan aynı yolun kenarında ellerini ısıtmaya çalışarak bir ileri bir geri geziyordu.

Hangi insan yanında çalışan birinin parasını alarak işini yapacağım diye oyalar? düşündüm cevabını bulamadım.
Üniversiteye hazırlanan kızımın okulunda gün geçmiyor ki bir test kitabı istenmesin. Her dersin öğretmeni müfredatın verdiği kitaplara ilaveten kendi tespit ettiği kitapları almalarını istiyor çocuklardan. Eşek yüküyle para ödediğimiz dershaneler de öyle. Çocuğumu devlet okulunda okuttuğum halde neden bu kadar masraf yaptığımı düşündüm cevabını bulamadım. 

Son bir yıldır Televizyonlarda, gazetelerde her gün değişik bir gündemin haberini izliyoruz. Birileri tutuklanıyor, birileri ifade veriyor, birileri hapse giriyor. Bunca yıldır adını duyduğumuz, tanıdığımız bildiğimiz herkes suçluymuş meğerse.
Şimdi birilerini suçlayanlar ileride kendileri de birileri tarafından suçlanan olabilir mi diye düşündüm cevabını bulamadım.
Yeni eve taşınalı dört ay oluyor. Bu evde tek bir sorun hariç oldukça mutluyuz. En sık havalandırılması gereken yer olan banyonun camını açamıyoruz. Alt kat komşumuzun banyoda ardı ardına içtiği sigaraların dumanı sadece banyomuza değil bütün yatak odasına dağılıyor. Bu duruma daha ne kadar dayanırız diye düşünüyor cevabını bulamıyorum.

Sevdiklerimi telefonla arayıp hal hatır sormak hoşuma gider. Bazı sevdiklerimi son zamanlarda hiç aramak istemiyorum. Telefonun diğer ucundaki mutsuz ses tonları bütün enerjimi alıp götürüyor. "Yine ne derdi var" diye düşündüğüm insanları aramayı ne zaman bırakacağımı  düşünüyor cevabını şimdilik bulamıyorum.
Oturduğumuz sitenin bir kaç girişinde güvenlik görevlileri var. Sayıları hayli fazla olmasına rağmen kızımın yaşlarında sevimli bir güvenlikçi dikkatimi çekiyor. İşini o kadar severek ve güler yüzlü yapıyor ki onun adına ve hala çevremde mutlu gençlerin olduğunu bilmek hoşuma gidiyor. Böylesine işini severek yapan kaç genç var diye düşünüyor cevabını bulamıyorum.
Aslında bu soruların hepsi için verilecek cevaplarımın olduğunu, ama hayata dair umutlarımı yitireceğimden korktuğum için bilmiyor dibi yaptığımı da biliyorum.




5 Ocak 2012 Perşembe

EBEVEYN OLMANIN PÜF NOKTALARI


Ebeveyn olmak dünyanın en zor mesleği olsa gerek.
Sizin dünyaya getirdiğiniz bir parçanız sizden bağımsız bir şekilde hayata devam ediyor. Bu süreçte Küçük çocuk iken "Gel!" dediğinizde gelen, "Yapma" dediğinizde yapmayan çocuklar gidip kendi karakterini oluşturmaya başlayan bambaşka bireyler oluyorlar.
En küçüğü 15 en büyüğü 23 yaşında üç kız annesi, olarak ebeveynlik mesleğini yıllardır yapmaktayım. Zaman zaman "Yeteeeer." dediğim anlar olsa da bu işin üstesinden gelmeye çalışıyorum.
Peki ebeveyn olmanın püf noktaları var mı?
Buna kendi penceremden bakarak "Var" diye cevap verebilirim. 

Çocuklar biraz büyüyüp sorgulamaya başladığında çok bilinmeyenli denklem çözen YGS öğrencisi gibi tersiniz dönse de soğukkanlılığınızı korumaya çalışın.
Bir arkadaşım vefat eden babasını hatırladığında sadece ağladığı bir anı hatırladığını söylüyor. Çocuklarınızın karşısında elinizden geldiği kadar aciz görünmemeye çalışın. Çocuklar ileride her şeyi unutur ama aciz anlarınızı unutmaz.
Çocuklarınızın istekleri ne olursa olsun hemen her şeye "hayır" demeyin. Biraz zaman kazanmak sizin olduğu kadar çocuklarınızın da isteklerini bir daha düşünmelerini sağlayabilir. 

Büyük kızım 9. sınıfta okullarının düzenlediği Bodrum gezisini haber verirken şöyle başlamıştı; "Okul Bodrum'a gezi düzenliyor. Herkes gidiyor, siz beni yollamazsınız şimdi."  Ben de gayet sakin istiyorsa gidebileceğini söyledim. Kızım kabul etmeyeceğime o kadar emindi ki şaşırdı. İtiraz edip tartışacaktı kendine kalsa. Hevesini kursağında bıraktığım için bozuldu ama geziye gitmek de istemedi. Anladım ki çocuklara çok yasak getirmek yasağa karşı arzu uyandırıyor.
Çocuklarıyla arkadaş olan ebeveynleri anlamıyorum, tasvip etmiyorum. Hiç bir anne baba çocukların arkadaşı değildir. Böyle düşünenler kendilerini kandırır. Çocuklarınızın annesi veya babası olun  onları anlamaya çalışın. Bırakın arkadaşları başka çocuklar olsun.

Empatiyi en çok çocuklarınızda gerçekleştirin. Onlardan empati yapmayı beklemeyin. Çünkü onlar yaşlı olmanın ne demek olduğunu bilmez ama siz genç olmanın ne demek olduğunu biliyorsunuz.
Ortanca kızıma yaptığı bir yanlış için ; "Ben sana söylemiştim." dediğimde ders gidi bir cevapla karşılaştım.
"Sen ne dersen de yanlışımı yaşamadığım  taktirde ders alamayacaktım. Deneyerek ve yanılarak öğrenmem gerekiyorsa yanlış da benim yanlışım olacak."  dedi. Haklıydı.
Çok koruyucu veya çok serbest bırakan ebeveyn olmamaya çalışın. Bu dengeyi sağlamak zordur ama hayatta kolay olan ne var ki. 
Tek çocuğu olan anneler sözüm size. Çocuklarınızın sizi kendilerine rakip görmesine izin vermeyin. Bazı çocukların annelerini sürekli olarak eleştirmek gibi eğilimleri oluyor. Buna müsaade etmeyin.

Çocuklarınızla konuşmayı nasihat çekmek olarak algılamayın. Büyükler çocuklarıyla konuşurken çocuklara fırsat vermiyorlar. Bırakın onlar konuşsun ki ne düşündüğünü anlayın.
Özür dilemekten çekinmeyin. Hata yapmamak sadece Allaha mahsustur. Ama özür dilemeyi alışkanlık haline getirirseniz saygınlığınızı kaybedersiniz. 
Çocuklarınızın arkadaşları adı üzerinde çocuklarınızın arkadaşıdır. Onları tanıyın ama çok samimi olmayın. Hele çocuğunuzla olan problemleri çözmesi için onları aracı yapmayın.
Kızlarımdan birinin arkadaşının annesi kızıyla sorunlarına kızımı da dahil ederek ara buluculuk yapmasını istiyor. Bu durum beni de kızımı da rahatsız ediyor.
Çocuğunuzun babasıyla olan ilişkilerinde aracı olmayın. Baba ve anne çocuk üzerinde eşit sorumluluğa ve ilişkiye sahiptir. Kendinize buradan pay çıkartmayın.

Çocuklarınızı sevin, ama hastalık halinde sahiplenmeyin. 
Bazı ebeveynler çocuklarının yaşına göre davranmazlar. Küçük çocuklara büyük gibi, büyük çocuklara da çocuk muamelesi yaparlar. "Büyümüş de küçülmüş" çocukları sevme eğilimimiz vardır. Bırakın çocuklar büyüyüp küçülmesin. Küçükse küçük gibi davransın. 
"Benim çocuğum asla yapmaz" demeyin. Kendi çocukluğunuzu ve gençliğinizi düşünün. Hayal gücünüzün sınırlarının olmadığını hatırlarsınız.
Çocuğunuzun yaptığı hataların üzerini örtmeyin, görmezden gelmeyin. Ceza vermek aynı zamanda ders almaktır.
Ben kendi penceremden ebeveyn olmanın püf noktalarını paylaştım. Biliyorum ki her ailenin çocukları ile ilişkileri farklıdır. Ama ortak olan tel şey Sevgidir.
Son olarak çocuğunuzu sevin. Bizim nesilimizdeki ebeveynleri gibi çocuklarınızı uykularında değil her fırsatta sevdiğinizi belli edin.
Sevginin çocuklarınız için yediği yemekten, giydiği giysiden, aldığı harçlıktan çok daha değerli olduğunu unutmayın.






3 Ocak 2012 Salı

NEFRET EDİLEN EV İŞLERİ



Arkadaşlarımla konuşuyoruz; "Bulaşık makinesinden temiz bulaşıkları çıkartıp yerine yerleştirmekten nefret ediyorum." dedi biri.
Bir diğeri (Ben hariç) hemen herkesin nefret ettiği ütü yapmaktan yakındı.
En nefret edilen ev işerini bir araştırayım istedim, bakın ne sonuçlar çıktı.
Birinci sırada tartışmasız ütü var.
Cam silmek. ( Aslında cam silmekten değil de ne zaman cam silinse ardından yağmur yağıp camı kirletmesinden yakınıyor insanlar.)
Toz almak,
Bulaşık yıkamak.

Bayram temizliği. (Bir yılda kaç Bayram var ki insanlar bundan nefret etmiş anlamadım. Bunu söyleyenler toptan  iş yapmayı sevmiyorum diyebilirdi.)
Duvarları yıkamak. ( Valla ben de anlamadım ama bunu söyleyenler var.)
Çamaşır asmak.
Boya badana yaparken boyanın akmaması için yere serilen gazete veya naylonun arasında duvarın tam köşelerine boya akması. (Ki temizlenmesi en zor olan yerler.)
Makineyle ev süpürmek.( Burada da insanlar süpürgenin sesinden rahatsız oldukları için nefret ediyorlar bu işten.)
Nevresime yorgan geçirmek.

Perde asmak demiş biri. Hele kısa boylu biriysen vah haline.
Lavabo temizlemek.
Bir öğrenci ev temizlendikten sonra annesinin "Evi yeni temizledim sakın oraya dokunma!" diyerek  bütün ev halkını tedirgin etmesinden nefret ediyormuş.
Balkondan kuş pisliği temizlemek.
Çamaşır makinesindeki deterjan bölmesini temizlemek. (Bir yer bu kadar mı kirlenebilir? Hakikaten sevilmeyecek bir iş.)
Fırın tepsisindeki kalıntıları yıkamak. ( Tepsi büyük lavabo küçük olduğundan bir yere sığmaz meret.)
Şaka gibi ama biri haşlanmış yumurta soymak demiş.

Soğan doğramak.
Yemek yapmaktan nefret eden hemen yemen yok gibi.
Evinde kedi köpek besleyenler kaka temizlemekten nefret ediyorlarmış. ( Bu da bir çeşit Stockholm Sendromu olsa gerek, hem hayvan besliyor hem de kakasını temizlemekten nefret ediyor.)
Yalnız yaşayan bir erkek şöyle demiş; Ütü yüzünden evlenmeyi düşünebilirim.  (Bu adamı alan kadına yazıklar olsun.) 
Biri güzel bir tesbitte bulunmuş;
 "Sevilmeyen ev işleri dar gelirli insanların nefret ettikleri işlerdir. Yoksa çok zengin birinin bu işleri sevip sevmemek aklına bile gelmez. Çünkü bunları kendisi yapmaz. Olsa olsa bu işleri yapan insanın aldığı maaşa zam istemesinden nefret eder."