21 Temmuz 2013 Pazar

ŞİMŞİRLERE DADANAN TIRTILLAR


Merhabalar,
Ramazan herkese hayırlı olsun. 
Bu yıl tam yazın ortasına geldiği için oruç tutmak iyice zorlaşsa da Allah bir kolaylığını veriyor.
Kendi açımdan oruçla ilgili bir zorluk yaşamıyordum ki geçen hafta Sapanca'ya gidince susuzluk çok zor geldi.
İstanbul Sapanca arası iki saat, Sapanca çok sıcak bir yer de değil, ne ara bu kadar susadın diyenlere verilecek cevabım annemin ilgi arsızı evi.
Sapanca'daki evimizin bahçesinde on yıllık şimşirler vardı. Annem bahçenin gelişigüzel yerlerine ekmiş, onlar da yerini sevmiş ve kocaman olmuşlar. Sık aralıklarla dikildiği için birbirlerine geçmiş bir vaziyette Jurasic Park gibi börtü böceği saklıyor, yolumuzu engelliyordu.
Bu yıl ne olduysa Sapanca'daki bütün şimşirlere hastalık geldi. Değişik bir tırtıl yapraklarını yiyip kurutuyor, sonra da o tırtıl kelebek olup evlere doluyor. Akşamları balkonda oturamaz olduk.
Gittiğimin ertesi günü bütün şimşirleri sökmeye karar verdik. Biz ne kadar kararlıysak, şimşirler de o kadar sökülmemeye kararlılar. Kazma, kürek, testere, bahçe makası aklınıza ne gelirse giriştik şimşirlere. İlk bir saat hızla çalıştık, sonra takatimiz kalmadı.

Daha doğrusu ben bittim, ablam atom karınca gibi kök söküyor. Annem balkonda oturmuş hem bizi seyrediyor, hem de söyleniyor;
"Kazmayı dikkatli kullanın, sapını kıracaksınız. Nar ağacına zarar vermeyin, Ah! ben iyi olacaktım ki..." ( Bu arada biz zaten kazmanın sapını kırıp 15 liraya yeni bir sap almıştık bile. Her tarafı orman olan bir yerde sopadan biraz daha kalın bir sapa 15 lira vermek abes görünse de yapacak bir şey yok. Rahmetli babaannem olsa uydururdu bir şeyler ama annem laz gelini olduğunu değil çerkez kızı olduğunu kabullendiği için böyle işleri beceremez.)
İki günde bahçedeki bütün şimşirleri söktük. Bir kenara yığdık, çalı çırpı, otlar ve şimşirlerden kocaman bir tepe oldu da bunlar ne olacak? Otların içindeki kelebekler akşama ışıklar yanınca balkona dolacak.
Sapanca'nın çingeneleri sağ olsun. Yoldan geçen bir tanesi ile anlaştık, at arabasına doldurup götürdü.
Üçüncü gün karmakarışık olan toprağı düzelttik. Yoldan geçen komşular, akrabalar başlarını duvardan içeriye uzatıp; " Vay maşallah iki kardeş nasıl da çalışıyor." diye gaza getirdiler. Biz bu hızla ayrık otlarını toplamaya başlamıştık ki kendime geldim. Susuzluktan ölüyorum...
Her neyse yazdıklarımdan da anlaşılacağı gibi Stockholm sendromu yaşadığım Sapanca ile ne onunla ne de onsuz yapamadığım beş gün geçirdim. Ama deydi.. İnsanın üstelik benim gibi yarım asra gelmiş birinin doğduğu eve gitmesi şahane bir şey. 
Sahurda davulcular geçti, tek fark artık ışığı yanmayan evlere uyanın diye seslenmiyorlar. 
Kapımızın önündeki elektrik direğinde megafondan ölüm ilanlarını da dahil olmak üzere sürekli bir şeyler dinlemek geçen yıl olduğu gibi megafonu kırma planları yaptırdıysa da sözde kaldı.
Her Sapanca'ya gittiğimde olduğu gibi yine yağmur yağdı, balkondan yağmurun sesini dinledik hep birlikte. İftar topuyla oruç açtık, kim evlenmiş, kimin çocuğu sünnet olmuş, kim geliniyle kavga etmiş..
...
Evime geri döndüm, kızlarımla hasret giderdim.
Geri kalan günleri dinlenerek geçireceğim.
Oruçlu oruçlu dışarıda güneş altında çalışanlara Allah kolaylık versin.


Hiç yorum yok: