4 Aralık 2012 Salı

NEDEN BÖYLE OLDUK?


Arkadaşlarımla birlikte her ölümlü kadın gibi yeni açılan bir alışveriş merkezini geziyoruz. Kıyafet mağazaları eskisi gibi ilgimizi pek çekmediği için değişik neler var inceliyoruz. Alışveriş merkezlerinin yeni gözdesi olan pazar yeri sonseptindeki yiyecek içecek yerlerin bulunduğu salonda balıktan, meyve-sebzeye, ekmekten - kuru yemişeher şey  sergileniyor. Pazar yerlerinden terk farkları üzerlerinde "Tarla domatesi, son mahsul." değil de "Organik" yazıyor olması.
Bir bölüm restoranlara ayrılmış ama bildiğimiz Fast food restoranları değil de daha çok boğazda yemek yenecek yerler gibi. 
Bir et restoranı dikkatimizi çekiyor. Girişte kocaman camlı bölgede büyük büyük kancalara etleri asmışlar. Ben diyeyim 10, siz deyin yirmi kilo etler kemikleri ile birlikte kurumuş büzülmüş ağır ağır dönüyor düzeneğin üzerinde. İnekleri dönme dolaba koymuşlar sonra da orada unutmuşlar. Hayvanlar orada ölüp derileri dökülmüş, parçalara ayrılmış ve kurumuş sanki. Sonra etlerin üzerlerindeki rakamlar ve isimler dikkatimi çekiyor. Meğer son zamanlarda çok moda olmuş etleri aldığınız yerde sizin için aylarca kurutuyorlar ve füme et olarak size ikram ediyorlarmış. Sallanan etlerin arasında tanıdık isimler vardı. Bu iş biraz da hava atma meselesine dönüşmüş olmalı ki parası çok olanlar bir hayvanın neredeyse yarısını sarkıtmışlar orada. Bazılarının parası kaburgaların bir kısmını almaya yetmiş. İçlerinden en büyük olanının üzerinde Bülent Ersoy'un adı yazılıyordu. Hakikatten bu eti Bülent Ersoy'mu almıştı yoksa mekan sahibi ona bir jest yapıp aynı zamanda mekanının reklamını mı yapıyordu anlayamadım. Ama Bülent Ersoy cüssesine göre et seçmiş onu fark ettim. Fark ettim de aldığı eti reklam eden müşterilerin ne yapmak istediğini anlayamadım.
Neden bu kadar değiştik acaba? Daha büyük arabalar, daha büyük evler, daha büyük takılar, daha büyük çantalar.. Ev küçücük bile olsa tıkış tıkış mobilyalar, her şeyin çoğu fazlası, kocamanı...
Evde yemek yapmak ne demek, ısmarlarım dışarıdan bir şeyler hem ben uğraşmam hem de mutfak mobilyalarım temiz kalır. Yardımcım her gün evimi temizlesin, ütümü yapsın, ben de son model arabama bineyim, otoparkın dar koridorlarında arabamı çizdiremem. Vale ne güne duruyor, üstelik Müjgan'a da hava atarım.
Varsın eşim sekreteri ile seyahate çıksın, ben de kredi kartını kullanıyorum..
Etrafta bu tarzda kadınlar, dudaklarında yeni yaptırdıkları silikonlar, ellerinde oradan seyahate çıkacakmış gibi kocaman çantalar. Mutsuz, gülümsemeyen bir yüz hali ile dolaşıyorlardı. Biz ise mağazada fazla oyalanan arkadaşımıza neşe ile seslendik; "Filiz gel sana şeker vereceğiz."
...
Birden içim bulandı, ağzımın tadı kaçtı, arkadaşlarıma belli etmedim. İkisi de çok güzel kariyerlere sahip oldukları halde bu gördüğüm deformasyondan o kadar uzaktılar ki, arkadaşlarım oldukları için şükrettim.
Dışarıda buz gibi bir soğuk, inceden yağmur vardı. Deniz kudurmuş, dalgalar var gücüyle sahili dövüyordu. Önümüzde çaylarımız birbirimizin yüzüne baktık gülümseyerek.
Gülümsedik, ve eminim aynı şeyi düşünüp aynı şeye şükrettik...



1 yorum:

Uyuşuk Hayalperest dedi ki...

İlk önce resimlerin şirinliğine bayıldığımı söylemek istiyorum. :)

Ve insanın etrafında aynı düşünceye sahip birilerinin olması cidden çok güzel. Konuşmadan anlaşmak.
Şu et olayını da sanki haberlerde duydum ama tam anımsamadım.