6 Aralık 2013 Cuma

ARKEOLOJİ MÜZESİNDE KADINLAR VE ÇOCUKLAR


Gülhane Parkına girmeden hemen sağa doğru Arnavut kaldırımlı yokuşun başına geldiğimde dizili çınar ağaçlarının kenarlarında kocaman sütunlar ve isimsiz mezarlar karşıladı beni.
Yokuş sonunda demir bir kapıdan geçerek Arkeoloji müzesinin bahçesine vardım. Bahçede aslan heykelleri, kireç taşından mezarlar ve sütunlar belli bir nizama göre dizilmişlerdi. Bazı heykellerin vücutları olmasına rağmen başları, kolları yoktu. Tam ben bunları düşünürken genç bir rehber yanımdaki öğrenci gurubuna eski eser kaçakçılarının tüm vücudu kaçırmakta zorlandıklarından sadece başları, bazen de kol ve bacakları çaldıklarını anlatıyordu.

İçeriye girdiğimde  Milattan önce 3-5 yüzyılda yapıldığı yazılan kocaman lahitlerle  karşılaştım. Sanduka şeklindeki Lahitler mermerden yapılmış ve dört bir yanındaki kabartmalarda  ölen komutana veya krala ait yaşadığı dönemde yaptıkları savaşlar betimlenmişti.

Hemen arkada hani filmlerde gördüğümüz mumya mezarları şeklinde mermer veya kireç taşından mezarlar. Üzerlerinde çivi yazısı ve hiyeroglif şeklinde yazılar var. Ama o kadar muntazam ki Milattan önceyi bırakın Milattan sonra 2013 yılında yapılsa, elde değil de anca fabrikada seri üretimde yapılabilirmiş hissi veriyor. 

Ben bunları incelerken içeriye ortaokul öğrencilerinden oluşan bir gurup gürültüyle giriyor. Birbirlerini ite kaka bağırış çağırış salonda dolaşıyorlar.

Ortada cam içinde M.Ö.500  Yıllarında yaşamış Sayda Kralı Tabnit'in mumyasını seyrederken çocuklardan biri yanındaki arkadaşına "Senin on yıl sonraki halin." diye şaka yapıyor. Yaşadığı dönemde kitleleri dize getiren, insanların önünde diz çöktüğü kral bizim çocukların şaka malzemesi olduğu için bir tarih öğrencisi olarak rahatsızlık duyuyorum. Bu arada şakalar birbiri ardına sıralanırken görevliler ikaz ediyorlar. Başlarındaki öğretmenleri uyarıyor. 
"Kızlı erkekli gürültü yapmayın." Çocukların yaptığı gürültü ne kadar hoş değilse yersiz söylenen bu manidar uyarı da hoş olmuyor. Arkeolojik müzeleri gezme yaşının ne olması gerektiğini düşünerek diğer koridora geçiyorum.

Anadolu heykel sanatından örneklerin bulunduğu koridorda bir tanrıça heykelinin tek göğsü o kadar ellenmiş ki resmen parlıyor. Yukarıdaki resim. Söylenerek uzaklaşıyorum. Kadınlara ait objeler her ölümlü kadın gibi benim de ilgimi çekiyor. 

Buraya gelmemin nedeni Güzel sanatlar ödevim için bilgi toplamak olduğu için hemen her objenin, mezarın, mezar taşının önünde uzun uzun duruyorum.
Ve..
Bu bloğu yazmama sebep olan şeyin ilkine rastlıyorum.
M.Ö. 19. yüzyılda Asur diliyle yazılmış ve minicik bir taşa  çivi yazısıyla işlenmiş evlilik sözleşmesinde şöyle diyor;

"La-Gepum Enisru'nun kızı Hatatay'ı karılığa aldı. Memlekette ikinci kadın olmayacak. Eğer iki yıla kadar çocuğu olmazsa cariye olacak. Bir erkek çocuk doğurduktan sonra  kocası eğer isterse onu para karşılığında satabilecek. Eğer La- Gepum onu boşarsa 5 Mine gümüş ödeyecek. 4 Şahidin huzurunda."
Bu kadınların çektiği nedir Allahım diye söylene söylene gezerken içime su serpen bir mezar taşıyla karşılaştım. Küçük, gösterişsiz fakat değişik bir mezar taşıydı. 

Üzerindeki notta; Piramit şeklindeki mezar steli yazıyordu. Taşın üzerindeki kabartma sevgi olunca kız erkek ayrımı olamayacağını kanıtlar gibiydi.
"Karia'lı Nadüs'ün kızının anıtıyım. Geçerken dur ve merhamet et."
"Bu anıt kızımın bakir gençliğin çiçeğini terk edip tek çocukken babasından ayrılmasıyla dikildi."
Hüzünlü...

Not: İstanbul'da 27 yıldır yaşıyorum. Bu süre zarfında nasıl olmuş da Arkeoloji Müzesine gitmemişim diye kendimden utandım. Eğer olanağınız varsa gitmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Müze Pazartesi günleri kapalı. 




Hiç yorum yok: