13 Ağustos 2011 Cumartesi

JAPONLAR'LA İKİ GÜN


Beyefendi'nin Japonya'dan misafirleri geldi. 55-60 yaşlarında bir çift ve 85 yaşlarında anneleri. Misafirlerin Çanakkale, Efes, Denizli, İstanbul gezilerinin İstanbul kısmında programa ben de dahil oldum. 
Japonlar akla gelince gözümüzde canlanan ilk görüntü ellerinde fotoğraf makineleri ile çekik gözlü, güler yüzlü, zayıf insanlar düşünülür. Misafirler bu düşünceyi haksız çıkartmadılar.
Misafirlere istanbul'u kuş bakışı görebilecekleri iki yer düşündük; Biri Çamlıca tepesi, diğeri Galata kulesi. Üçüncüsü ise bizim için de sürpriz olan Hıdiv kasrı.
Galata kulesini gezerken yağmur hızlandığı için 360 derecelik tur çabuk bitmek zorunda kaldı. Çamlıca tepesi için beyefendi konuklara Şöyle dedi; " Şimdi gideceğimiz yer İstanbul boğazını en güzel şekilde gören, ormanlık içinde, sakin sessiz bir yer."

Sen misin böyle söyleyen? Daha arabadan iner inmez Cezayir'den bir veya iki okulun Lise öğrencileri siz deyin 300, ben diyeyim 400 genç etrafımıza doluştu. Aynı zamanda geziye başladık fakat yürümek ne mümkün, İstanbul'u fethetmeye gelmiş Fatihin askerleri gibi akıyoruz. Manzarayı görmek için bazı yerlerde aralardan sıyrılmak lazım. Bu arada gençler japonları fark ettiler. Bundan sonra olanlar bütün Pop starların hayranları karşısında neler hissettiklerini daha iyi anlamama sebep oldu. Yarım saatte gezilmesi gereken yol gençlerin sürekli resim çektirmek istemeleri ile bir saatte anca bitti. Aslında daha da uzun sürebilirdi ama neredeyse koşarak arabamıza dönmek zorunda kaldık.  Japon misafirler o kadar kibarlar ki biz müdahale etmesek akşama kadar herkesle resim çektirecek muhabbet edecekler. Bu arada Cezayir'li kızlı erkekli öğrenci gençlerin gayet akıcı ingilizce konuşmaları ve girişken davranışları çok hoştu. 

Akşam yemeği için gittiğimiz Hıdiv kasrında biraz soluklanmak ve iftar saatini beklemek için üst kata çıktık. Grubumuzdaki bir abinin tanıdığı vasıtasıyla aslında ziyarete kapalı olan Hıdiv kasrının kulesine çıkma şansına sahip olduk. 25 yıldır yaşadığım İstanbul'da buradan daha güzel bir İstanbul manzarası görmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Hayranlıkla etrafı seyreden yalnız ben değildim tabi. Yanı başımdaki Japonların "haaa, heee, eee" sözlerinden onların da çok etkilendiği anlaşılıyordu. 85 yaşındaki anne elinden fotoğraf makinesini düşürmedi, manzaraları çekmesi normal geldiyse de kuleden indiğimizde Hıdiv Kasrı'nın avizelerinin resmini, masaları çekmesi "Yok artık" dememe neden oldu. Yaşlı Japon'dan 10 yaş daha genç olan annem geldi aklıma. İki gün boyunca kilometrelerce yürüdüğümüz halde hiç bir yorgunluk belirtisi hissettirmeyen kadının yerine canım annemi olsa; "Bittim çocuklar, ben aha şurada oturayım, siz gidin dolaşın dönüşte beni alırsınız." diyeceğine adım gibi eminim. 

"Ne de olsa refah bir ülkenin rahat yaşamış insanı, kızı öğretmen, damadı kocaman bir hastanenin başhekimi Profesör, diğer çocukları yüksek mevkilerde,  ne kadar ezilmiş  olabilir ki!" diye düşünürken grubumuzdan biri kadıncağızın ömrünün yarısını küçücük bir evde, sıkıntılar içinde geçirdiğini savaştan çıkmış bir ülkenin ekonomik zorluklarıyla mücadelesinde payına düşene katlandığını öğreniyorum.
Kapalıçarşı'da dolaşırken boncuklar satan bir dükkandan 10 tane nazar boncuğundan buzdolabı magneti almak istiyor. Bu kadar magneti ne yapacağını öğrenmek istiyorum. Aldığım cevap karşısında hayret ve hayranlıkla bir süre hiç konuşmuyorum.
85 yaşındaki Japon teyze aldığı 10 magneti gittiği yoga kursundaki arkadaşlarına hediye götürecekmiş.




1 yorum:

Adsız dedi ki...

ilginç insanlar..t.k