Taşhan,
Laleli'de ki tarihi yapı 1990 yıllarına kadar kereste deposu halinde kullanılırken, tarih sever bir girişimci tarafından restore edilerek şimdiki halini almış.
Laleli adı uzun yıllar insanlara garip çağrışımlar yaptığı için buradaki bazı değerli yapılar da göz ardı edilmiş. Allahtan son yıllarda sadece Ruslarla anılan yerler artık her kesimden insanların uğrak yeri oldu.
Taşhan ve yanındaki Külliyenin ( Medrese, İmaret) oldukça ilginç bir hikayesi var.
Padişah III. Mustafa kendi adına bir külliye yaptırmaya karar vermiş. Külliyenin inşası sürerken ev ev dolaşıp lale satan laleli baba ismindeki dervişin adını işiten III. Mustafa onu huzuruna çağırarak kendisine dua etmesini istemiş. Laleli baba da "Padişahım, sıhhatle yiyin, için yellenin." diyerek dua okuyunca, Padişah bu densizliğe sinirlenmiş. Laleli baba bu sefer "Affedin padişahım; yiyin için ama yellenmeyin." diyerek sözde özür dilemiş. Padişah dervişin yaşlılığına hürmeten başını vurdurmadıysa da makamından kovmuş.
Gel zaman git zaman padişah yellenemez olup sancılar içinde kıvranmaya başlayınca laleli babayı çağırtmış. Laleli baba yeni yapılan külliyenin ona verilmesi karşılığında padişahı sağlığına kavuşturacağını söylemiş. Taş hanın gelirinin bir kısmını ve yanındaki Külliyeyi alan Laleli baba dost meclislerinde; "Şu işe bakın bir yele koskoca Külliye sahibi oldum." dermiş.
Taş han'da kare şeklindeki avlunun sonlarında yerin derinliklerine inen bin yıllık Bizans sarnıcı var. Bu sarnıç şimdilerde güzel bir restorana dönüştürülmüş ve Avrupalı diplomatların uğrak yerlerinden biri.
Taş Han'ın avlusunda oturmuş çayımızı içiyoruz. Sabah güneşi hafifçe yüzümüzü ısıtırken yürüdüğümüze değdiğini düşünüyorum.
Esnaf dükkanlarını yeni açmış. Beyefendi ile geldiğimizde olduğu gibi ağır bir müzik sesi ortalığı inletmiyor. İleride nargile içen bir çift, sağda gazetesini okuyan adam ve biz varız. Filiz notlarına bakıyor, gözlerim kapalı Orhan veli gibi "İstanbul'u dinliyorum."
Gözlerimi hafifçe araladığımda önümde bir gölge.
Elinde mavi naylon terlik, tahminen 40 numara.
Bakışıyoruz.
Önce şehir hamamlarında takunya modasına son veren şekilsiz kaba mavi terliğe sonradan da adama bakıyorum. Ağzında bir şeyler geveliyor.
Tamam biraz zor işitiyor olabilirim ama bu kadar sessiz de konuşulmaz ki.
Ağzımı açacak halde değilim, güneşin karşısında rehavet çökmüş.
- Ne? dercesine başımla işaret ediyorum.
O da aynı işaret diliyle ayaklarımı gösteriyor.
O kocaman terlikleri satmaya çalışıyor olmalı.
- Pembe ve 36 numarası var mı, diye geyik yapsam ayıp mı olur?
O anda Filiz yazdığı notlardan kafasını kaldırıp;
- Teşekkür ederiz diyor. Adam çaresiz giderken bana dönüp izah ediyor. "Ayakkabı boyacısı. Ayağındakini alıp o terlikleri giydiriyor. Ayakkabını boyayıp getiriyor."
Hayretle ayağımdaki boyanmaz olarak bildiğim Camel rengi süet botlara bakıyorum.
Boyatsamıydım acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder