7 Ekim 2010 Perşembe

HAZAN


Bazı filmlerde baş roldeki kadın veya erkek bunalmıştır, sıkılmıştır, çıkar dışarıya ya bir deniz kenarında, ya da bir dağın eteklerinde yeşillikler arasında uzun yürüyüşler yapar. Denizin sesini, ağaçların hışırtısını veya bir kuşun cıvıltısını dinleyip öyle uzaklara bakar.
Dün evden çıktım. Maksadım biraz ağaçlar, yeşillikler arasında yürümek, hiç bir şey düşünmeden öylece aylak aylak dolaşmaktı. 
Önce belediye otobüslerinin üzerlerine giydirilmiş reklamları okudum. Sonra binalardaki "Satılık- Kiralık" ilanlarını. 

Yoldan ayrılıp parka girdim. Sonbaharın habercisi "Kasımpatı" çiçekleri sarı, turuncu açmış. Hafifçe dokundum yapraklarına incitmeden. Soğuktu.. 
Güneş bulutların arasından bir çıkıp bir kayboluyordu. Parkta küçük derecikteki kurbağalar kaçıştı beni görünce.
Nasıl bir düşünceyle masallaştırılmış, öpüldüğünde prense dönüşen kurbağa.
Belediye çalışanları çim biçiyor. Üç kişiler, ikisinin ağızlarında sigara. Hiç düşürmeden, ellerine almadan derin nefesler çekerek içiyorlar. Yüzlerindeki ifadenin sözlere vurumu; "Bırakamadım bu meredi." olmalı.
Üzerlerinde belediyenin adının yazıldığı sarı tulumlar sonbaharı hatırlatıyor.

Ne demişti Ahmet Haşim;
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinden bir yığın güneş rengi yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta.

Hafif bir rüzgarla kenardan bir gazete parçası dolanıyor ayaklarıma. Ayaklarımla düzeltip yazıları okumaya çalışıyorum. Kalp pili ile ilgili bir yazı, yarısı yırtılmış. Kalbe pil mi takılırmış?
Çocukluğumda gazete kağıtlarında alırdık pirinç, şeker, mercimek gibi kuru gıdaları. Uhu da yoktu besbelli ki kirecimsi bir bir madde ile yapıştırılır, altından tutmadıysanız dibi açılıp aldıklarımız yere saçılırdı. 
Kese kağıdı dediğimiz düz sarı renkte kağıtlar daha sağlam olur ama mahalle bakkalları muhtemelen evde hamurla yapıştırdığı gazeteyi tercih ederdi. Bu gazete kağıtlarını yırtılmasın diye özenle açar okurdum son satırına kadar. 
Sonra çok uzun yıllar ölüm ilanlarına kadar her şeyini okur oldum gazetelerin. Hakkını vermek isterdim. Düzeltme yazısını yazan da, hava durumunu yazan da köşede yazı yazanda birdi benim için.
Belki ilgim azaldı, belki eski sabrım kalmadı. Artık her yerini okumuyorum gazetelerin. 
Ayağımdaki gazete kağıdına baktım uzun uzun. 


Öyle uzaklara bakıp kuşların sesini dinlemek, doğayı hissetmek sadece filmlerde oluyordu herhalde. Ben beceremedim.
Eve dönerken çim biçme makinelerinin sesi uzaklaştı ama kuş seslerini de yaprakların hışırtısını da duyamadım.

Hiç yorum yok: