National Geographic kanalda "Köpeklere Fısıldayan Adam" adlı bir belgesel var. Bu programa rast geldikçe hayret ve hayranlıkla seyrediyorum. Hayretim adamın köpekler üzerindeki harika etkisine değil Amerikan halkının köpeklere olan düşkünlüğü.
Amerikan aileleri köpeklere çocuklarından daha çok değer veriyorlar. 18 yaşını geçmiş her bireyin evden çıkıp gitmesi gerektiğini düşünürlerken köpeklerine ölene kadar bakıyorlar.
Bu köpekler de o kadar şımarmış ki pek çoğu evin idaresini ele geçirmiş durumda. Utanmasalar ev sahiplerine "Benden izinsiz adım atamazsınız" diyecekler. O kadar yani. Amerikalı köpek severler de bakmışlar iktidar elden gitti, ısırıklar, tırmıklar, ortalığı dağıtmalar aldı gidiyor; "Yetiş köpeklere fısıldayan adam" diyerek çağırıyorlar adamı.
Bir bölümde çamaşır makinesinden rahatsız olan köpek evde hır çıkartıyor diye komşuda çamaşır yıkayana rast geldim. Aynı aile köpek rahatsız oluyor diye mutfaklarında yemek yapmayıp bahçede barbekü yapıyor sürekli. Efendim köpek yemek yapılmasını istemiyormuş. Gerçi bu konuda biraz işkillendim. Sanırım evin hanımı yemek yapmaktan hoşlanmıyor kabahati köpeğe atmış. Nasıl olsa köpek ota çöpe hırlıyor, olay çıkartıyor ya.
Bu bölümde kocaman bir Amerikan evi, hali vakti yerinde ana kız yaşıyorlar. Kız evde kalmış ama kız kurusu değil de kız irisi. Anne de aynı ebatlarda akça pakça oturmuşlar kanepeye köpeklerinin yaptıkları sözüm ona yaramazlıkları anlatıyorlar. Bu köpeğin yaptığının onda birini bir Türk ailesi yaşasa köpek evden atıldığına dua edebilir. Sokağa çıkın bakın. Kuyruğu kesilmiş, kuyruğuna teneke bağlanmış, ,işkence görmüş, kulakları kesilmiş bir çok kedi ve köpeğe rastlamanız mümkündür. O yüzden bizim çomarlar şükrederek miskin miskin otururlar. Havladıkları zaman bilin ki ya eve hırsız girmiştir, ya da sizin sevmediğiniz biri mesela kayınvalide, elti, meraklı komşudur gelen.
Neyse anne kız dertlerini anlattılar. Köpekleri şikayet ettiler ama köpekler de kucaklarında yayılmış duruyor. Köpek dediğine bakmayın, ikisi de fareden biraz hallice küçük yüzlü cin bakışlı iki Kaniş.
"Paris Hilton'un köpeği daha popüler bizim şansımıza da bu meymenetsiz aile düştü." dercesine bakıyorlar. Evde ortalığı ayağa kaldırmaları, havlayıp ısırmaya çalışmaları bu tahminlerimi doğrular nitelikte.
Köpeklere fısıldayan adam neler yapmaları gerektiğini uzun uzun anlatıyor. Disiplinin sizde olduğunu belli edin, bağırarak değil hareketlerle otorite kurun, köpekle göz temasını bırakmayın diye fikir veriyor. Bu konuşmalar sırasında televizyonu açtıysanız bu tavsiyelerin insanlar için olduğunu düşünmeniz mümkün.
Sonra başlıyor onlarlı eğitmeye. Tasmalarından tutarak bekliyor. Havladıklarında serçe tasmalarını yakalıyor, gözlerinin içine bakıyor. Bir süre sonra iki küçük canavar esneyen, sakin, sevimli yaratıklara dönüşüyor.
Sonra anne kıza köpekleri kimin gezdirdiğini soruyor.
Kız kendisinin yürüttüğünü, annesinin köpekleri yürütmediğini söylüyor.
Köpeklere fısıldayan adam anneye soruyor;
-Yürümemen için bir nedenin var mı?
Bize sorulsa bin bahane bulacağımız bu soruya kadın dürüstlükle cevap veriyor.
-Tembelim.
...
Peki köpeklere fısıldayan adamın adı neymiş dersiniz?
Köpeklerimize sıkça taktığımız bir isim.
"Sezar"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder