27 Mart 2013 Çarşamba

SAPANCA FOREVER


Mart ayı içerisinde iki kez Sapanca'ya gittim. Obsesif ablam yine kendini maddi olarak, bizi de fiziksel olarak yoracak bir şeyler buldu. Sadece kendisinin kullanacağı tuvalet ve banyo yaptırmaya kalktı. Annem, abim, kuzenim ve ben abimin değimi ile "içtimaya" geçtik. 
Normalde üç günde bitmesi gereken bu işler ustaların ihmalkarlığı yüzünden yirmi gün sürdü. Ben de bu yirmi gün içerisinde iki kez ev temizleme gayesi ile yollara düştüm.
Sevgili arkadaşım Dörtgöz Teletabi'nin dediği gibi dünyaya gelirken nasibimize hizmetli kadrosu düştüğü için nerede garip, angarya işler var bize kalıyor. 
Neyse şikayet etmeyeyim. Temizleme işinde yardımcımız vardı ve annem ilk kez yardımcı kadından pek memnun oldu, bana da fazla bir iş kalmadı. 
Sapanca'ya otobüsle gitmeye başladığımdan beri memleketime özgü bir sürü olayla karşılaşıyorum. 

Bir defasında İstanbul'a dönerken Sakarya arabasına Sapanca'dan bineceğim için otogarda değil de 5-6 kilometre sonrasında SASA'dan otobüse biniyorum. Otobüs durağa geldiğinde ön sıradaki yerime bir kadın oturmuştu. Elimde biletle kadının yüzüne baktım. Kadın bana ne dese beğenirsiniz?
"Fark etmez."
İyi de ne fark etmez? Benim yerime oturmuşsun. Bir süre birbirimize bakıştık, sonra sinirli sinirli en arkadaki koltuğuna geçti. Bununla kalsa iyi, o kadar kısa sürede yanımdaki kadınla ne ara kankaya bağlamışlar? Neden ben arkada oturmadım da muhabbetlerini bozdum diye kadın İstanbul'la gelene kadar suratıma bakmadı iyi mi?

Başka bir dönüşümde Metro Turizmden bilet aldım. Sapanca'da SASA'da otobüsü bekliyorum ki uğrayıp beni alsın. Otobanda otobüs önümden geçti ve beni almadan gitti. Hemen bilet aldığım yeri arayıp durumu bildirdim.
"Kusura bakmayın, şoför sizi unutmuş. Bir sonraki otobüse yer bulmaya çalışacağız." diye bir cevap aldım. Bir zahmet yer bulun artık..
Artık VİB'le gidiyorum. Henüz bir olumsuzlukla karşılaşmadım derken bu sefer de komik bir olay cereyan etti. Biletimi aldıktan sonra tıpkı uçak biletlerinde olduğu gibi koltuk numaram ve gidiş saatimi bildiren bir mesaj geldi telefonuma. "Valla güzel bir uygulama", diye düşünürken mesajdaki bir ayrıntı dikkatimi çekti. "Bay"
Arayıp sorayım dedim; "Neden yerimi bay olarak yazmışsınız?"
Aldığım cevap şu; " Abla orada bay yazıyor ama merak etme biz merkeze Bayan olarak bildirdik."
Tam bir Sapancalı mantığı. 
Kızamadım; Benim memleketimin insanı kulağı tersten tutmayı sever.

23 Mart 2013 Cumartesi

KADIN ŞOFÖRLER KAÇA AYRILIR?


24 yıldır ehliyetim var. Ehliyetimi kimlik kartı olarak kullananlardan da değilim. İlk dört yılı saymazsak yirmi yıldır araba kullanıyorum. Ve bu eylemden müthiş keyif alıyorum. Bu vesile ile ehliyet almam için beni cesaretlendiren sevgili arkadaşım Kerimoş'a teşekkür etmem gerekiyor. 
20 yıl zarfında iki kez kaza yaptım. Birinci kazam acemilik yıllarımda benim hatamdan kaynaklanan kazaydı, ikincisi karşı tarafın hatasıydı. Şükür ki iki kazada da kötü bir durumla karşılaşmadım. Yaşadığım çevrede araba kullanan kadınların sayısı bir hayli fazla. Gözlemlerim şunu gösterdi ki kadınların pek çoğu direksiyona geçtikleri andan itibaren başkalaşıma uğruyorlar. Direksiyon başında kendisi gibi olan kadın pek az.

Kadın şoförleri çeşitli gruplara ayırdım:
Agresif şoför: Kesinlikle yol vermez, bir eli tepki için klaksonda hazır bekler. Yolların sadece kendisine ait olduğu fikrinden hareketle diğer şoförlere tahammül edemez. 
Tahlil: Evde eşiyle tartışmış olması muhtemeldir, çocuğunun okul problemi vardır, beğendiği çantayı kendinden önce Şule almış ve ona hava atmaktadır. 
Hızlı şoför: Normalde sakin sessiz bir kadın direksiyona geçince birden Michael Schuacher olur ve kendini Formula 1'de zanneder. Birinin kendisini sollama fikrine tahammül edemez, sol şeridi kimseye kaptırmaz. Öndeki arabanın dibine kadar yanaşır selektörle taciz eder. 

Tahlil: Randevusuna  geç kalmıştır, evden; işten zamanında çıkmamıştır. Birilerini bekletiyordur.  Hız yapması zevk için değildir.
Ağırkanlı şoför: Otoyolda sol şeritte 70 kilometre ile seyreder, kesinlikle yol vermez. Kendisini sıkıştırana vereceği cevap hazırdır; "Orada 70 yazıyor." Direksiyonla aşk yaşayacak kadar sıkı yapışmıştır. Sağına soluna pek bakmaz, trafikte yanlış yapma olanağı yoktur fakat yanlış yapsa da paniklemez. Trafiği aksatır umursamaz.
Tahlil: Dünya yansa bir gram otu yanmayan tiplerdir. Uzun yaşarlar, insanı çıldırtacak kadar sakindirler.
Her daim heyecanlı şoför: Şerit değiştirirken sadece ikaz lambalarıyla değil, garanti olsun diye eliyle diğer şoförleri uyarır. Elle kolla teşekkür eder veya  tepki verir. Araba kullanırken aynı anda telefonla konuşur, müziği değiştirir, yanındakine laf yetiştirir. Yoğun trafikte canı sıkılır, hatta trafiğin durduğu yerlerde arabadan inerek ilerine neler olduğunu kontrol eder. 

Tahlil: Hasbelkader ehliyet almış kişilerdir. Kaza yapma oranları fazladır.
Mutlu şoför: Arabaya binmeden lastiklerini, bindiği anda aynasını, koltuğunu, lambasını kontrol eder. Üzerinde araba kullanmasını engelleyecek ceket palto gibi giysiyi çıkartır. Yüzüne mutlu bir tebessüm kondurur. Müziğe eşlik eder. Direksiyonda tempo tutar. Kızmaz, heyecanlanmaz, acele etmez, ama trafiği de engellemez.
Tahlil: Maalesef kadınlarda fazla göremediğim şoför tipidir. Eğer bu tipe giriyorsanız tebrikler.
Böyle bir şoförle seyahat ediyorsanız çok şanslısınız. 

18 Mart 2013 Pazartesi

DJ


Şişli'de bir hastaneye hasta ziyaretine gideceğiz. Akşama doğru ortanca kızımla birlikte yola çıktık. Trafik yoğun değildi umduğumuzdan erken gidip ziyaretimizi gerçekliştirdik. 
Dönüşte Büyük kızımla Kanyon'da buluşacağız ve akşam onda kalacağım. Şişli'den metro ile Kanyon'a geldim. Kızım işten çıkıp yanıma gelene kadar biraz dolaştım. 
Kızım telefon edip nerede olduğumu sordu. Ben de Paşabahçe'de dolaştığımı söyledim.
"Eee ben de Paşabahçe'deyim ama seni göremiyorum."
Bizim kızın gözleri iyice bozulmuş herhalde, Paşabahçe diye başka bir mağazaya girmiş." diye düşünürken, "Alt kattakinde misin yoksa üst kattakinde mi?" dedi.
Meğer aynı alışveriş merkezinde iki tane Paşabahçe varmış pes.. 

Neyse birbirimizi bulduk, ikimizde fazla aç değiliz ama bekar evinde bir şey yoktur, bir de evde Popi (Kızımın tavşanı) varken canım yemek istemez diye üst kattaki restoranlardan birine gittik. Dışarısı tıklım tıklım dolu. İşten çıkıp bir şeyler atıştırmak isteyen kızlı erkekli gruplar, arkadaşlar, sevgililer...
Sigara içmediğimiz için içeriye girdik. İki kişilik bir yer bulup oturduk. Çantam biraz büyük olduğu için kucağıma fazla geldi, sandalyenin arkası müsait değil. Üstelik kızımın elinde bilgisayarı var. Görevliden boş bir sandalye isteyeceğim ki  çantalarımızı ve paltolarımızı koyalım. Şöyle bir etrafıma bakındım, barın yanındaki bankonun arkasından bir tanesi ile göz göze geldim. Elimle gelmesi için işaret yapmamla çocuğun boynundaki kocaman kulaklığı görmem bir oldu ama iş işten geçmişti. 
Kızım da anında lafı yapıştırdı.
"Çağırdığın adam garson değil DJ."
DJ hiç bozuntuya vermeden garsona seslenip beni gösterdi. Ben o anda şeffaf  veya görünmez olmayı tercih ederdim. Üstelik restorana girdiğimizde eski bir aile dostumuzun kızıyla karşılaşmış muhabbet etmiştik. Allahtan kız erkek arkadaşı ile sohbete dalmış, hareketimi görmemişti. 

Sonunda garson geldi, salata istedik. Siparişlerimiz gelene kadar oradan buradan konuştuk. Ara sıra gözüm DJ'in bulunduğu tarafa kaçıyor utanarak kafamı çevirip konuşmaya çalışıyorum. Zavallı  çocuk bir başka bir yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için kulaklığını kulağına geçirmişti zaten. 
Bu arada  bir taraftan müzik diğer taraftan yanımızdaki masada oturan dört kızın sesinden birbirimizi duyamıyoruz. Aslında bu dört kızın sesleri restoranın en uzak yerlerine kadar gidiyordu ki diğer masalardan da o tarafa bakışlar çevriliyordu. 
Kızlar  nasıl beceriyorlarsa aynı anda konuşuyor, aynı anda kahkaha atıyorlar. Sanırım birbirlerini dinlemek gibi dertleri yoktu. Yemek boyunca sürekli konuştular, ne ara yemek yediler anlamadım. Salatamızı bitirdik, tam arkama yaslanacağım kızım yine lafı yapıştırdı.
"Dj'i çağır da hesabı isteyelim."
...
Kanyon'dan çıktık, kızımın Beşiktaş'taki evine geldik.
"Popi, bak anneanne gelmiş!"
Tavşanın anneannesi de olduk iyi mi!
Ev temiz; kirli çamaşırlar yıkanmış, bulaşıklar da öyle. 
Kısmette kızımın evinde kalmak da varmış...

3 Mart 2013 Pazar

BEETHOVEN' I ÖZLEMEK

Bir şeyi özlemek için önce onunla bir temasınız olmalı ki yoksunluğunda özlediğinizi hissedebilirsiniz. 
Ben Beethoven'ı özledim...
"Abartma!" dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Ertuğrul Özkök Hürriyet gazetesindeki köşesinde "İstifa Ediyorum" diye bir başlık attı onu sevmeyenler nihayet kurtuluyoruz diye sevinçle, sevenler de üzüntüyle tıkladılar gazetelerin İnternet sayfasını. Gazeteoku.com sitesinde  sanırım ilk kez yazısı en çok tıklanan oldu. Oysa istifası gazetedeki köşesi ile ilgili değil, Türklüğü ile ilgiliydi. 
Yani yılların gazetecisi bile böyle bir başlık attığına göre naçizane blogger olarak neden bu başlık olmasın diye düşündüm. Hem benim geçerli bir nedenim de var.
Evet ben Beethoven'ı özledim...
İki yıl önceki yazılarımdan birinde yeni taşındığımız evde alt komşumuzun kızı günün hep aynı saatlerinde piyano çalıyordu. İlk önce kısa kısa belli belirsiz tıngırdatmalar, sonra şahane bir müzik.
Yaklaşık yarım saate yakın çaldıktan sonra, son olarak hep aynı beste ile bitiriyordu çalışmasını. İşte benim heyecanla beklediğim kısım! 
Beethoven ve "Für Elise"
Ne iş yapıyorsam bırakır, kafamda onlarca anı; Dalar giderdim geçmiş yıllara.
Güzel olan her şey çabuk bitiyor. Ya da çabuk bittiği için güzel bazı şeyler. 
Yaza doğru alt komşumuz taşındı. Ev bir kaç ay boş kaldıktan sonra yeni sahipleri geldi. Evin hanımını henüz görmedim, çocukları var mı yok mu bilmiyorum, sadece otopark yerlerimiz yan yana olduğu için evin erkeği ile bir iki kez karşılaştım. Apartmanın temizlik görevlisinin dediğine göre çok saygın bir meslek olarak bildiğimiz işleri var. Ama hepsi bu kadar. 
Taşındıklarından bu yana o kadar gürültülerini duyuyorum ki bazen migrenim tutuyor. Sürekli kavga ediyorlar, kadının çığlıkları evimin her odasından duyuluyor. Yeni bir ev almışsınız, insanlara yardım ettiğiniz güzel bir mesleğiniz var. Sizi bu kadar kavga ettirecek hangi düşüncenin, sıkıntının sahibisiniz?
Ev, araba, güzel giysiler, kaliteli bir hayat, iyi bir meslek mutlu olmaya yetmiyor anlaşılan. 
Şimdi olur olmaz saatlerde erkeğin kısık, kadının bas bas bağıran sesini duyduğum zaman, ikindi vakti günümü mutlu kılan piyano sesini arıyorum. 
Ve Beethoven'ı özlüyorum.