31 Aralık 2012 Pazartesi

GÜZEL BİR YIL OLSUN


2013 Yılı  gönlünüzün istediği gibi geçsin.
Yeni yılınız hayırlı uğurlu olsun.

26 Aralık 2012 Çarşamba

İSTANBUL'DA PAZARLAR


Havayı güzel bulunca uzun bir aradan sonra semt pazarımıza gittim. Aslında almayı düşündüğüm bir şey yoktu, kızımı okuldan almama zaman vardı ve evden biraz uzaklaşmak istemiştim. 
Liseyi yeni bitirdiğim yıllarda Fatih'te oturan rahmetli Seniha halama giderdim. Sapanca gibi küçük  bir kasabanın pazarından sonra Fatih Çarşamba pazarı o kadar devasa ve karışık görünürdü ki yalnız olsam kaybolacağımı düşünür, panik olurdum. Hep bir bağırış çağırış olurdu mahşeri kalabalıkta;
- Hırsız var tutun!
- İkizlere takke!
- Naylon çoraplar burada!
İstanbul'a yerleştiğimde evimize takın olduğu için Yeşilköy pazarıyla tanıştım. Çarşamba pazarındaki bağırış çağırıştan daha mı azdı gürültü yoksa ben mi alışmıştım? Sanki insanları da farklıydı. Futbolcu eşleri, bazı tanıdık yüzler, kürklü, saçları yapılı şık kadınlar, yanlarında yardımcıları ile gelenler. Değişmeyen tek şey yine hırsızlık olaylarıydı, hatta ben de bundan nasibimi almış cüzdanımı kaptırmıştım. 

Yeşilköy pazarının başında Marketler furyasının öncülerinden olan Migros vardı. Bazı hanımlar Migros'tan bir iki parça bir şeyler alır, aldıkları poşetlere pazardan aldıklarını koyup konu komşuya hava atarlardı. Migros poşeti ile gezmek zenginlik belirtisiydi.
Kadıköy pazarına hiç gitmedim, Ulus pazarına bir iki kez meraktan gitmişliğim var. Ulus pazarı sosyete pazarı olarak bilinirdi. Ne zaman ki bir iki sahne sanatçısı televizyonlara çıkıp ulus pazarından giyindiğini söyledi, bala konan sinekler gibi İstanbul'un meraklı kadınları Ulus'a akın etti. İncecik bir mankenin üzerindeki tuniği 90 kiloluk bir kadın da giymeye başladı, Ulus pazarı uzun yıllar hanımların, hatta beylerin uğrak yeri oldu. 

Sonra pazarların değeri arttı. Artık kimse Migros poşetlerinde saklamadı giysilerini, yiyeceklerini. Tam tersine gururla gösterdi aldıklarını sağa sola.
Semtimin pazarında geniş bir otopark var, orası doluyor. Bunun yanında arabalar yollara kadar sıralanıyor. Yüzlerce araba içerisinde mütevazı arabalar oldukça az. Pek çoğu son model arabalar ve Jipler. 
Mağazasında 10.000 liraya olan bir çantayı burada 50-60 liraya alıyor, vitrinde 100 liraya gördüğü kazağın aynısı burada 20 lira. Çünkü artık eskisi gibi uzun yıllar giyilen giysiler yok. 
İçimize moda diye bir virüs girdi, çıkartabilene aşk olsun.
Pazarda keyifle dolaştım, ufak tefek şeyler aldım, insanları gözlemledim.
Pazarın sonunda mis gibi taze çay ve çıtır çıtır simit satan ufak bir yer var. Keşke orada oturup çayımı içip simidimi yeseydim şahane olacaktı ama kızımı alma saatim gelmişti.
Yola koyuldum.

photo;Tumblr

24 Aralık 2012 Pazartesi

YOL GÜNLÜĞÜ VE MONTEİGNE


Montaigne denince akla ilk gelen "Denemeler" isimli kitabı olur. Bir sürü yayınevi Denemeler'in bir kısmını veya tamamını kitap haline getirmiş. Bazı kitaplar yaklaşık 100 sayfa, bazıları ise daha fazla. Aslı 1000 sayfaymış. Bin sayfa olanına sadece bir yerde rastladım fakat o gün cimriliğim tutup 80 lira veremedim. Aslında bir sürü konuda para harcarken dikkat ettiğim halde konu kitap olduğunda bu özelliğimi yitiriyorum ama yine de almamışım işte. Evimde 300 sayfalık bir deneme kitabı var. Yine de ben 1000 sayfalık olanını istiyorum. Önümüz yılbaşı blogumu okuyan Beyefendi'ye duyurulur.:)

47 Yaşında Denemeler'i yazmış olan Monteigne yakın arkadaşları, kardeşi ve mahiyeti ile birlikte at sırtında Fransa Bordeaux'dan başlayarak İsviçre, Almanya (eski adıyla Germen İmparatorluğu), Roma ve Venedik'e uzanan bir yolculuk gerçekleştirir. Yolculuğun yarısını yazmanı, diğer yarısını da kendisi kaleme alır. 
1580 yılında orta Avrupa şehirleri, kültürü, yaşantısı, yemekleri, hanları, insanları  ve tabiatı hakkında ayrıntılı yazıların bulunduğu Yol Günlüğü kitabı Monteigne'nin felsefik yönünün yanında seyyah yönünü de gözler önüne sermiş. Yolculuğu esnasında sık sık böbrek taşı düşürdüğü ve sancı çektiği için gittiği yerlerdeki kaplıcaları ziyaret ediyor, bazen bir gün, bazen de bir kaç hafta kaldığı oluyor. 

1500 yıllarının sonu olmasına rağmen rekabet her dönem için geçerli bir eylem olsa gerek ki; Han sahipleri şehirlerine veya kasabalarına gelecek yolcuları şehrin sınırında karşılayıp, şayet kendi hanlarında kalacak olurlarsa atlarına bakacaklarını, eşyalarını taşımayı , lezzetli yemekler, temiz odalar sunacaklarını vadediyorlarmış.Günümüz reklamlarına ne kadar benziyor değil mi?
Kitapta dikkatimi çeken konulardan biri hanların konforu ve temizliği. Keten, pırıl pırıl yatak örtülerinden kuştüğü yastıklardan, pirinç ve gümüş kaplarda sunulan yemeklerden bahsediliyor. Tabi bu bize bütün hanlar için referans vermez. Nihayetinde Monteigne Fransa'da soylu bir ailenin mensubu olduğundan gittiği yerler de düzgün olacaktır fakat; 2012 yılında yol boyunca seyahat ettiğiniz yerlerde bırakın konaklamadaki konforu, yemek yemeye bile çekiniyor insan. 
Monteigne bu seyahatini umduğu kadar uzun yapamamış. Kendi seyahatteyken bulunduğu şehrin Belediye Başkanlığına seçildiği için 17 ayın sonunda geri dönmek zorunda kalmış. 
Yol Günlüğü Ömer Bozkurt'un çevirisi ile Yapı Kredi Yayınlarından çıktı. 
Klasik  sevenlere öneririm.

19 Aralık 2012 Çarşamba

21 ARALIK'A BİR KALA


Her yerde 21 aralık muhabbeti dönüyor. Çevremde pek çok insan ciddiye almıyorsa da "ya olursa" diye dillendirenler de var. Ben böyle şeylere inanmıyorum. Ama o kadar şirin muhabbetler var ki belki çoğunuz biliyor olsanız da paylaşmak istiyorum.


21 Aralıkta kıyamet falan kopmayacak. Aldığım sütün son kullanma tarihi Temmuz 2013'ü gösteriyor. Koskoca firma yalan mı söyleyecek.
Mayalar 21 Aralıkta kıyametin kopacağını söylemiş; Mayadan korksaydık yoğurt yemezdik.
21 Aralık için Şirince'ye gidenler gidiş-dönüş bileti almış. Madem kıyamet kopacak, dönüş bileti ne alaka?
20 Aralıkta ödev veren hocaya; "Yapmayın hocam! Bugün varız, yarın yokuz."
Hakikaten Mayalar Şirince'yi nereden bilmişler?
21 Aralıkta doğanlar; Şayet doğum gününüzü hatırlayanlar çıkmazsa kıyameti koparın.

Diyanet İşleri Başkanlığı amel defteri dosya masrafı ücretlerini en geç 20 aralık mesai saati bitimine kadar yatırılması gerektiğini bildirdi.
21 Aralık son gün ise, bugün çıkmaz ayın son Çarşambası mı?
Kıyamet kopsa Polat Alemdar yaralı olarak kurtulur.
Kıyameti kopsa kopsa kadınlar koparır.
Şu kıyamet sadece Şirince'de kopsa nasıl gülerim.
Hakikaten 21 Aralıkta kıyamet kopsa ciddiye almayanların yüzlerini görmek isterdim.
Mayaların takvimi 21 Aralıkta sona eriyor diye kıyamet kopacağını düşünenler; Ne yani adamlar sizin için sonsuza dek takvim mi yazacaklardı.

Photo; Tumblr


12 Aralık 2012 Çarşamba

Yastıklar Yastıkaltı Konusunda Şikayetçi


Yastıkaltı yatırıma hiç beklenmeyen bir yerden, yastıkların ta kendisinden tepki geldi!
Şu sıralar Garanti'nin yepyeni internet kampanyasında dile gelen yastıklar yastıkaltı yatırımın getirisini, götürüsünü kendi tatlısert bakış açılarıyla yorumladılar.

Türkiye'nin yakından tanıyıp çok sevdiği isimler: Özkan Uğur, Mazhar Alanson, Bartu Küçükçağlayan ve Gupse Özay'ın sesleriyle hayat verdiği yastıklar yastıkaltı biriktirme alışkanlığı üzerine neşeli yorumlar yapıyor, çektikleri çileyi dile getiriyorlar.

Onların bakış açısından yastıkaltı birikimin zorluklarını, zahmetlerini dinledikçe stres yönetimindeki yeteneklerini takdir edecek, birikim güvencesiyle ilgili kaygılarına siz de hak vereceksiniz. Yastıkların bile 'Yeter artık' dediği yastıkaltı yatırıma güvenli ve kazançlı bir alternatif olarak, neyse ki Garanti hep hizmetinizde.

Yastık altındaki altını ekonomiye kazandırmak amacıyla fiziki altınları mevduat olarak alan Garanti, 98 şubesiyle 'Altın Salısı' hizmeti veriyor. Takı ve altınların değeri, altın eksperleri tarafından hesaplanıp Altın Hesabı’na yatırılıyor. Böylece altın birikimleri çalınma korkusu olmadan garantiye alınıyor.

NET Hesap ise farklı birikim hedefi olan müşterilere vade sonunda elde edilecek net kazancı ilk günden bildiriyor. Birbirinden farklı 4 hesap sayesinde müşteriler hem biriktirme alışkanlığı kazanıyor hem de vade sonundaki getirisini hesap açılışında garantiliyor.

Garanti'nin birikim ihtiyaçlarınız için en uygun çözüm önerileriyle ilgili daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz, yorumlar #yastıkaltıyatırım hashtag'inde

Bir bumads advertorial içeriğidir.

7 Aralık 2012 Cuma

ÇALIŞAN KADININ MURPHY KANUNLARI


Ev kadınının Murphy Kanunları pek sevildi, iki yıl öncesine kadar çalışıyordum; Çalıştığım yıllarda herkes gibi ben de  bir sürü aksilikler yaşadım. O zaman çalışan kadınlar için de yazalım.
Patronun gözüne girmek için erkenden iş yerine gelindiğinde, her zaman sizden önce gelen patronun o gün işi çıkar veya ofise hiç uğramaz.
Çok önemli bir toplantınız var; ya çorabınız kaçar, ya da eteğiniz sökülür.
Akşama kadar başınızı kaldırmadan çalışırsınız, arkadaşınız telefon eder, tam onunla konuşurken şefe ya da patrona yakalanırsınız.

Trafiğin en yoğun olduğu veya otobüsün arıza yaptığı zamanlar önemli bir toplantınızın olduğu zamanlardır.
İzin alacağınız gün iş arkadaşınızın acil bir işi çıkar, sizin izin masal olur.
Ofise havalı bir giriş yapmak istersiniz, ayağınız takılır, ya da bir yere çarparsınız.
Hafta sonu indirimden alıp hevesle giydiğiniz mavi kazağın aynısını  36 beden giyen stajyerin üzerinde görürsünüz.
Arkadaşınızla iş bölümü yaparsınız, sizin işte pürüz çıkar.
Müşteri odaklı çalışıyorsanız sizin önünüzde sıra kapıya ulaşmışken arkadaşınız iki kişiyle ilgilenmektedir.
Yine sizin sıranızdaki kişilerden biri kavgacı çıkar, olmayacak yerde sizinle tartışır. 

Herkesin bilgisayarı tıkır tıkır çalışırken sizinki arıza çıkartır.
İş yemeğine gittiniz masanın en dibindeki sandalye size kalır. 
Şirkete hediye geldi ama bir tane eksik, kura çekilir size çıkmaz.
Terfi alacak iki kişisiniz ama siz çok çalışsanız bile diğer kişi müdürün yakınıdır, dolayısı ile terfiyi o hak eder.
Hafta sonu mesai var; sizin haricinizde herkesin önemli bir mazereti olur, sizin hafta sonu hayal olur.
Ofiste beğendiğiniz genç en gıcık olduğunuz kızı beğenir.
Çocuğunuz varsa okuldan aranmak için sizin önemli bir toplantıda olmanız gerekir.
Dikkatinizi işe verdiğiniz bir zamanda arkadaşınız arar ve sudan konularla sizi dakikalarca meşgul eder.
Bir ay beklediniz maaşınızı alacaksınız, bankamatikte sıra size geldiğinde ya cihaz arızalanır ya da para bitmiş olur.
Off! ne sıkıcı değil mi?
Şiştim resmen ):


 
 

4 Aralık 2012 Salı

NEDEN BÖYLE OLDUK?


Arkadaşlarımla birlikte her ölümlü kadın gibi yeni açılan bir alışveriş merkezini geziyoruz. Kıyafet mağazaları eskisi gibi ilgimizi pek çekmediği için değişik neler var inceliyoruz. Alışveriş merkezlerinin yeni gözdesi olan pazar yeri sonseptindeki yiyecek içecek yerlerin bulunduğu salonda balıktan, meyve-sebzeye, ekmekten - kuru yemişeher şey  sergileniyor. Pazar yerlerinden terk farkları üzerlerinde "Tarla domatesi, son mahsul." değil de "Organik" yazıyor olması.
Bir bölüm restoranlara ayrılmış ama bildiğimiz Fast food restoranları değil de daha çok boğazda yemek yenecek yerler gibi. 
Bir et restoranı dikkatimizi çekiyor. Girişte kocaman camlı bölgede büyük büyük kancalara etleri asmışlar. Ben diyeyim 10, siz deyin yirmi kilo etler kemikleri ile birlikte kurumuş büzülmüş ağır ağır dönüyor düzeneğin üzerinde. İnekleri dönme dolaba koymuşlar sonra da orada unutmuşlar. Hayvanlar orada ölüp derileri dökülmüş, parçalara ayrılmış ve kurumuş sanki. Sonra etlerin üzerlerindeki rakamlar ve isimler dikkatimi çekiyor. Meğer son zamanlarda çok moda olmuş etleri aldığınız yerde sizin için aylarca kurutuyorlar ve füme et olarak size ikram ediyorlarmış. Sallanan etlerin arasında tanıdık isimler vardı. Bu iş biraz da hava atma meselesine dönüşmüş olmalı ki parası çok olanlar bir hayvanın neredeyse yarısını sarkıtmışlar orada. Bazılarının parası kaburgaların bir kısmını almaya yetmiş. İçlerinden en büyük olanının üzerinde Bülent Ersoy'un adı yazılıyordu. Hakikatten bu eti Bülent Ersoy'mu almıştı yoksa mekan sahibi ona bir jest yapıp aynı zamanda mekanının reklamını mı yapıyordu anlayamadım. Ama Bülent Ersoy cüssesine göre et seçmiş onu fark ettim. Fark ettim de aldığı eti reklam eden müşterilerin ne yapmak istediğini anlayamadım.
Neden bu kadar değiştik acaba? Daha büyük arabalar, daha büyük evler, daha büyük takılar, daha büyük çantalar.. Ev küçücük bile olsa tıkış tıkış mobilyalar, her şeyin çoğu fazlası, kocamanı...
Evde yemek yapmak ne demek, ısmarlarım dışarıdan bir şeyler hem ben uğraşmam hem de mutfak mobilyalarım temiz kalır. Yardımcım her gün evimi temizlesin, ütümü yapsın, ben de son model arabama bineyim, otoparkın dar koridorlarında arabamı çizdiremem. Vale ne güne duruyor, üstelik Müjgan'a da hava atarım.
Varsın eşim sekreteri ile seyahate çıksın, ben de kredi kartını kullanıyorum..
Etrafta bu tarzda kadınlar, dudaklarında yeni yaptırdıkları silikonlar, ellerinde oradan seyahate çıkacakmış gibi kocaman çantalar. Mutsuz, gülümsemeyen bir yüz hali ile dolaşıyorlardı. Biz ise mağazada fazla oyalanan arkadaşımıza neşe ile seslendik; "Filiz gel sana şeker vereceğiz."
...
Birden içim bulandı, ağzımın tadı kaçtı, arkadaşlarıma belli etmedim. İkisi de çok güzel kariyerlere sahip oldukları halde bu gördüğüm deformasyondan o kadar uzaktılar ki, arkadaşlarım oldukları için şükrettim.
Dışarıda buz gibi bir soğuk, inceden yağmur vardı. Deniz kudurmuş, dalgalar var gücüyle sahili dövüyordu. Önümüzde çaylarımız birbirimizin yüzüne baktık gülümseyerek.
Gülümsedik, ve eminim aynı şeyi düşünüp aynı şeye şükrettik...