25 Ağustos 2011 Perşembe

YENİ EV YENİ BİR BAŞLANGIÇ


Off of.. 
Taşınmak hakkında bir sürü kolaylık yazıp bu kadar yorulmak da neyin nesi?
Yeni taşınılan ev eski evden daha büyük olduğu halde ne hikmetse hep bir fazlalık oluyor.
"Yahu bu kışlıklar nerede duruyordu, peki ayakkabılar neden kocaman dolaba sığmadı şimdi?" gibi serzenişlerle 4 gün geçirdim. Bu arada evin telefon ve internet nakilleri hemen yapılamadı. Kablo TV başlı başına bir sorun oldu. Bir kaç yıl önce telefonla müracaat edip abone olduğumuz kablolu yayını telefonla iptal ettirmemiz mümkün olmadı. Bizzat gidip bilgilendirmemiz gerekti. TTNET',in verdiği adresi bulamadık. Bir kaç esnafa sorduk bilen olmadı. Uzun aramalar sonunda yeri bulduk iptal işlemini gerçekleştirdik. Tam arabamıza dönerken "Beyefendi" arabamızın yanındaki telefon, internet, su, doğalgaz tahsilatı yapan bayiye yöneldi. İlk adresi oraya sormuştuk görevli bilememişti. Nereye gittiğini sordum; " Muhtemelen başkaları da bu adresi öğrenmek ister adama yeri söyleyeyim de biri sorarsa bilmiş olsun." 
- ? 
Bu devirde size yardımcı olamayan birini düşünüp de, bize olmadı ama başkalarına yardımcı olsun niyetiyle kim ne yapar acaba?
Beyefendiye karşı hayretim ve hayranlığım bir kez daha arttı. 

Yeni evimizde yazılarımı yazabileceğim kocaman bir balkon var. Uzaklardan tren sesleri geliyor, gökyüzünde onlarca yıldız. Taşındığımızın dördüncü gününde balkonumuzda oturmuş yazı yazıyorum. 
Mutluyum.

Alo! Facebook'tan Arıyorum...



Dünyada ve Türkiye’de bir ilki gerçekleştiren Rocco ve Turkcell, Facebook’ta cep telefonu üzerinden iletişimi başlattı. Rocco Sıkısakız için Turkcell altyapısı ile hazırlanan “Facebook’tan cep telefonu ile arama yapma servisi”ne sadece telefon numaranızı vererek dahil olabiliyorsunuz. Linke tıklayıp http://www.facebook.com/roccoloji kaydınızı tamamladıktan sonra uygulamaya kayıt olan herkesle Rocco’nun hediye ettiği 30 dakikayı kullanarak konuşabiliyorsunuz. Nasıl mı? İşte videosu...

Üyelerin telefon numaraları görünmediği için hem eğlenceli hem de çok güvenli olan Rocconnect Tıkla Konuş ile bedava konuşmak için Turkcell abonesi olmanız ve bir Facebook hesabınızın olması yeterli.


Bir bumads advertorial içeriğidir.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

TAŞINMA KONUSUNDA PRATİK ÇÖZÜMLER


Taşınmak fikri hasıl olduğunda uyku düzenimde bozulmalar da baş gösterdi. Oysa son zamanlarda biri kafama bir odun vurmuş da sızmış gibi uyuyor, sabahları erken saatte "pat diye kalkıyordum. Altı yılda 4 ev değiştirince işin kolay yollarını da öğrenmiş durumdayım. 
Ev Arama;
Gazetelerin internet sitelerindeki emlak ilanları ve Sahibinden com. sitesi arayacağınız evi bulmakta kolaylık sağlayacaktır. Sahibinden com. da sahibinden emlak bulacağınızı sanıyorsanız bu biraz zor ama ev fiyatları hakkında geniş bir bilgi sahibi olabilirsiniz. İlanlarda yazılan; "Keyifli daire, bu fiyata kaçmaz, kelepir, temiz, masrafsız" sözlerine itibar etmeyin. Sizin temiz ve masrafsız anlayışınızla emlak danışmanının anlayışı asla birbirini tutmaz. "Keyifli" kelimesi için bir şey diyemeyeceğim anladınız siz onu.

Semtinizdeki emlak ofisine gittiğinizde ne istediğinizi açık açık söyleyin, ev sahiplerinin istediği fiyat pazarlık payı olacak şekilde belirtilmiştir. Mutlaka pazarlık yapın.
Evi çok beğenseniz bile; "Ama manzarası pek güzel değil, aidatı fazlaymış, salonu da ufak gibi.." diyerek isteksiz davranın.
Bir fiyat belirleyin teklifi emlak danışmanına sunun. Ev sahibinin düşünmesi için zaman tanıyın. Onlar sizi aramadan sıkboğazlık yapmayın. Ev çok özellikli olmadığı sürece geri dönüş olacaktır, merak etmeyin.
Emlak danışmanının ücreti bir yıllık kiranın % 12 civarındadır. Emeğe saygılı olsak da pazarlıktan kaçınmayın. 

Evi tuttuktan sonra emlakçınız ev ile ilgili her konuda danışmanız gereken kişi olacaktır. Telefonunu bir kenara not edin. İlişkinizi ev sahibi ile değil emlakçınız vasıtasıyla sürdürün. 
Nakliye konusunda çevrenizden yardım alın. Tavsiye üzerine yapılan taşınmalar daha sorunsuz olur. Eşyalarınız zarar görmez.
Taşınma;
İşin en cavcavlı kısmı taşınmadır. Eşyalar toplanırken evde ne kadar ıvır zıvır olduğu anlaşılır. Taşınma evdeki ağırlığı hafifletmek için iyi bir  neden olarak dadüşünülebilir.
Kırılacak bardak tabak gibi eşyalar kağıtlara sarılarak kolilere yerleştirilir. Bauhaus'da her boyda koli ve  sarma kağıdı satılıyor. Daha ucuza koli bulmak istiyorsanız mahallenizdeki marketlere rica edin, kullanmadıkları kolileri vereceklerdir. 

Kolileri kapattıktan sonra üzerlerine hangi odaya ait olduklarını ve içlerinde neler olduğunu yazarsanız eşyalarınızı açarken kolaylık yaşar, "Acaba bardaklar neredeydi, vazolar hangi kolide?" diye aramazsınız.
Bardak, tabak gibi kırılan eşyaları iyice sardığınızdan emin olun, özellikle kadeh tarzı bardaklar kırılmaya müsaittir, kağıdı bol kullanın. Kolilerin üzerleri boş kalmayacak şekilde yerleştirin ki sarsılma esnasında kırılacak eşyalara zarar vermesin.
Yorgan, yastık, çarşaf gibi eşyaları IKEA'da satılan fermuarlı büyük boy torbalarda taşıyabilirsiniz. Ona da para harcamak istemiyorsanız, büyük boy çöp poşetleri de aynı işi görürler.

Yeni evinize taşındığınızda hiç acele etmeyin. Taşınma süresi bir gündür ama yerleşme süresi yaklaşık bir hafta sürer. İlk koyulan eşyalar muhtemelen durdukları yer beğenilmediğinden değiştirilir.
Yerleşmeye yatak odanızdan başlayın. Gün içinde yorulacağınızdan hiç olmazsa gece rahat bir ortamda yatın.
Ne kadar yorulursanız yorulun o günü mutlu bitirmeye bakın, unutmayın her yeni ev yeni bir başlangıçtır.
Bu arada taşınmanın telaşı ile çıktığınız evi  pis bırakıp eski ev sahibinizi dinden imandan çıkartmayın.






14 Ağustos 2011 Pazar

Esra Ceyda Kardeşler Yardım Fonu Oluşturdu

Reklamlardan ve sosyal medyadan renkli kişilikleri ile tanıdığımız Esra ve Ceyda kardeşler (nam-ı diğer Cicişler), bu sefer partilerin değişmeyen cipsi Ruffles’ın yeni çıkardığı Burger King tadındaki ürünü için kamera karşısına geçti. Çılgın bir parti ve koşturmaca içinde başlayan hikaye bizi bazı seçim ve yollara sürüklüyor. Senaryo gereği yanımızda para olmadığından otostop çekmeye başlıyoruz ve kendimizi birden Esra ile Ceyda’nın otomobilinde yardım isteyen bir otostopçu olarak buluyoruz… İşte Esra ve Ceyda’nın gençlere yardım ettiği enteresan hikayenin en ilginç bölümü aşağıda, seçimleri yaparak hikayenin devamını izleyebilirsiniz…

İşin en eğlenceli kısmı, Esra ve Ceyda kardeşler ile konuşabiliyor olmamız… Cep telefonumuzu verdiğimiz anda Esra ve Ceyda kardeşler bizi arıyorlar ve şanslıysak yardım etmek için cebimize 60 dakika ve 100 mb internet paketi yolluyorlar.

Ayrıca numarayı geri aradığımızda Esra ile Ceyda’nın komik ve bir o kadar enteresan muhabbetlerini dinliyoruz. Üstelik her aramada başka bir muhabbet çıkması da ayrı bir güzellik olmuş…

Benden de size bir kolaylık: Oyuna en kestirmeden bu linkten ulaşabilirsiniz http://www.facebook.com/rufflesturkiye


 

Bir bumads advertorial içeriğidir.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

JAPONLAR'LA İKİ GÜN


Beyefendi'nin Japonya'dan misafirleri geldi. 55-60 yaşlarında bir çift ve 85 yaşlarında anneleri. Misafirlerin Çanakkale, Efes, Denizli, İstanbul gezilerinin İstanbul kısmında programa ben de dahil oldum. 
Japonlar akla gelince gözümüzde canlanan ilk görüntü ellerinde fotoğraf makineleri ile çekik gözlü, güler yüzlü, zayıf insanlar düşünülür. Misafirler bu düşünceyi haksız çıkartmadılar.
Misafirlere istanbul'u kuş bakışı görebilecekleri iki yer düşündük; Biri Çamlıca tepesi, diğeri Galata kulesi. Üçüncüsü ise bizim için de sürpriz olan Hıdiv kasrı.
Galata kulesini gezerken yağmur hızlandığı için 360 derecelik tur çabuk bitmek zorunda kaldı. Çamlıca tepesi için beyefendi konuklara Şöyle dedi; " Şimdi gideceğimiz yer İstanbul boğazını en güzel şekilde gören, ormanlık içinde, sakin sessiz bir yer."

Sen misin böyle söyleyen? Daha arabadan iner inmez Cezayir'den bir veya iki okulun Lise öğrencileri siz deyin 300, ben diyeyim 400 genç etrafımıza doluştu. Aynı zamanda geziye başladık fakat yürümek ne mümkün, İstanbul'u fethetmeye gelmiş Fatihin askerleri gibi akıyoruz. Manzarayı görmek için bazı yerlerde aralardan sıyrılmak lazım. Bu arada gençler japonları fark ettiler. Bundan sonra olanlar bütün Pop starların hayranları karşısında neler hissettiklerini daha iyi anlamama sebep oldu. Yarım saatte gezilmesi gereken yol gençlerin sürekli resim çektirmek istemeleri ile bir saatte anca bitti. Aslında daha da uzun sürebilirdi ama neredeyse koşarak arabamıza dönmek zorunda kaldık.  Japon misafirler o kadar kibarlar ki biz müdahale etmesek akşama kadar herkesle resim çektirecek muhabbet edecekler. Bu arada Cezayir'li kızlı erkekli öğrenci gençlerin gayet akıcı ingilizce konuşmaları ve girişken davranışları çok hoştu. 

Akşam yemeği için gittiğimiz Hıdiv kasrında biraz soluklanmak ve iftar saatini beklemek için üst kata çıktık. Grubumuzdaki bir abinin tanıdığı vasıtasıyla aslında ziyarete kapalı olan Hıdiv kasrının kulesine çıkma şansına sahip olduk. 25 yıldır yaşadığım İstanbul'da buradan daha güzel bir İstanbul manzarası görmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Hayranlıkla etrafı seyreden yalnız ben değildim tabi. Yanı başımdaki Japonların "haaa, heee, eee" sözlerinden onların da çok etkilendiği anlaşılıyordu. 85 yaşındaki anne elinden fotoğraf makinesini düşürmedi, manzaraları çekmesi normal geldiyse de kuleden indiğimizde Hıdiv Kasrı'nın avizelerinin resmini, masaları çekmesi "Yok artık" dememe neden oldu. Yaşlı Japon'dan 10 yaş daha genç olan annem geldi aklıma. İki gün boyunca kilometrelerce yürüdüğümüz halde hiç bir yorgunluk belirtisi hissettirmeyen kadının yerine canım annemi olsa; "Bittim çocuklar, ben aha şurada oturayım, siz gidin dolaşın dönüşte beni alırsınız." diyeceğine adım gibi eminim. 

"Ne de olsa refah bir ülkenin rahat yaşamış insanı, kızı öğretmen, damadı kocaman bir hastanenin başhekimi Profesör, diğer çocukları yüksek mevkilerde,  ne kadar ezilmiş  olabilir ki!" diye düşünürken grubumuzdan biri kadıncağızın ömrünün yarısını küçücük bir evde, sıkıntılar içinde geçirdiğini savaştan çıkmış bir ülkenin ekonomik zorluklarıyla mücadelesinde payına düşene katlandığını öğreniyorum.
Kapalıçarşı'da dolaşırken boncuklar satan bir dükkandan 10 tane nazar boncuğundan buzdolabı magneti almak istiyor. Bu kadar magneti ne yapacağını öğrenmek istiyorum. Aldığım cevap karşısında hayret ve hayranlıkla bir süre hiç konuşmuyorum.
85 yaşındaki Japon teyze aldığı 10 magneti gittiği yoga kursundaki arkadaşlarına hediye götürecekmiş.




10 Ağustos 2011 Çarşamba

EN- LER 2


En'lerle ilgili yazmıştık önceki yazılarımızda, devam ediyoruz.
Dünyanın en eski binası İtalya'da bulunan M.Ö 4000 yılına ait olduğu düşünülen bir tapınak veya sunakmış.
En kalabalık şehri Çin'in Şhangay şehri, 13. 831.000 ( İstanbul 3. sırada)
En kalabalık ülkesi Çin.
En çok ülke ile sınır komşusu olan ülke Çin.
En uzun binası Dubai'de  Burj Khalifa 828 metre.

En çok yağış alan gölgesi Hawaii'de Wai-ale-ale dağı yılın 365 günü yağmurlu.
Dünyanın en çok okunan kitabı Kuran ve İncil, En çok okunan romanı; Andersenden Masallar ve Jane Austen'ın Aşk ve Gurur.
Dünyanın en çok izlenen filmi Avatar.
En çok konuşulan dil Cince (Mandarin) dilidir. 1.2 milyar konuşanı var.
Dünyanın en çok dinlenen şarkısı "Happy Birtday" doğum günü şarkısı. 1893 yılında Amerikalı öğretmen iki kız kardeşin öğrencilerine söyledikleri ve orijinali "Good morning to all" ( Herkese günaydın ) olan şarkı daha sonra sözleri değiştirilerek şimdiki halini almış.
Dünyanın en çok gol atan futbolcusu 1281 golle Brezilyalı efsane futbolcu Pele.
En büyük hayvanı mavi balina.

Dünyanın en uzun süren evliliği 85 yılla Amerikalı bir çifte ait. 2010 yılı verilerine göre hala evli olan Zelmyra 101, Herbert 105 yaşında.
Dünyanın en sıcak yeri Libya'da Al-Aziziyah.
Dünyanın en çok dil konuşulan ülkesi Papua Yeni Gine. 869 dil ve lehçe konuşulmakta.
Dünyanın en uzun tüneli 12 kilometre ile japonya'da Aki tüneli.
Bizden de bir "En" yazayım; İzmit Belediyesinin katkıları ile Dünyanın en uzun pişmaniyesi yapıldı. Boyu 1040 metre.








9 Ağustos 2011 Salı

TEOMAN


"Kayıp bir bavul gibiyim havaalanında" şarkısı blog yazılarımın birinde başlık olmuştu ve ben "Babamın öldüğü yaştayım" diyeceğim bir doğum gününü beklerken müziği bırakacağını söyledi Teoman. Sessiz sedasız, bir mektupla. 
"Daha on yedi on yedi" şarkısını kızlarımın ikisi söylemiş ben üçüncünün 17 olmasını  bekliyordum oysa.
Daha 17'sine on yıl varken "Paramparça" diye şarkılarını söylerdi küçük kızım bağıra bağıra. 
Ne zaman bir deniz kenarı görsem; 
"Sen giderken bu sahilden sessizce,
Gemiler kalkar yüreğimden gizlice." şarkısını mırıldanırdım.
Bir röportajında şöyle demişti; Ben ropdöşamrlı bir çocuktum. Çünkü evimizde pijama ile dolaşılmazdı. Sofrada konuşulmaz, yüksek sesle gülünmezdi. Mesela ben hala ayaklarımı açarak oturamam." Bu sözlerin sahibi yarım asrı devirmiş bir adam değil, gençlerin hayran olduğu genç bir müzisyendi.
Hep kendini ifade etmekle uğraşan bir izlenim edinmiştim kendisi hakkında. Müziği bırakma kararını verirken bile sade bir dille yazdığı mektubu bir sürü eleştiri aldı. "Vay efendim müziği bırakma kararı mektupla mı olurmuş." Adam sessiz sedasız kaybolsaydı bu sefer de "Teoman unutuldu artık müzik yapamıyor." diyeceklerdi. Demem o ki bir türlü anlaşılamadı, ya da yanlış anlaşıldı. Magazin gazetecileri Cihangir sokaklarında onu kovalamaktan büyük zevk aldılar. O da medyaya malzeme vermekten çekinmedi.
Aşkları, şarkıları, alkole olan düşkünlüğü, bohem tavırlarının altındaki naif  görüntüsü  her yaşta hayran kitlesine sahip ender sanatçılardan olması dolayısı ile hep konuşuldu. 
Mektubunda son olarak şöyle demiş;
"Biraz rahat bırakılırsam mutlu olacağım"
Şarkılarını sevenler olarak onun şarkısıyla cevap verelim o zaman;
Bir hasretlik yüzün vardı
İçinde bir hüzün vardı
Söyleyecek sözün vardı
Bu kalp seni unutur mu?

8 Ağustos 2011 Pazartesi

ŞEFTALİ REÇELİ


Dünyaya Çin'den yayıldığı düşünülen Şeftali ölümsüzlük sembolü olarak anılır.
Ağız kokusuna iyi gelir.
Böbrek taşlarını eritir.
İdrar söktürücüdür, sindirimi kolaylaştırır.
Kanı temizler, Gut hastalığına iyi geldiği söylenir.
Bu kadar yararından sonra bir de reçeli ve marmelatı yapılır ki pastalarda, tatlılarda da tüketilir.
İlk kez şeftali reçeli yapacağım. İtiraf etmeliyim ki umduğumdan daha güzel oldu.

1 Kilo şeftali 
1 Kilo toz şeker
1 çorba kaşığı limon suyu
1 muhallebi kaşığı kadar tereyağı
Şeftalileri soyup çekirdeklerini ayırın. Küçük küçük doğrayın.
Bir tencerenin dibine biraz şeker koyun. Üzerine bir sıra şeftali yayın. Tekrar şeker ve tekrar şeftali olmak üzere şekeri de şeftali parçalarını da bitirin.
Bir gece bekletin. Ertesi gün tenceredeki şeftaliler suyunu salmış olacak. Ocağın üzerine alın, kaynamaya yakın delikli kepçe yardımı ile içinden şeftalileri çıkartıp bir kaba alın. Kaynamaya başlayan şerbetin içine tereyağı koyun. Tereyağı şerbetin köpük yapmasını önleyecektir. 
Şerbet kıvama gelirken 1 çorba kaşığı limonu ilave edin. Ayırdığınız şeftalileri şerbete ilave ederek iki taşım kaynatın, ocağın altını kapatın.
Ilık olarak cam kavanoza koyun. Karanlık, serin bir yerde muhafaza edin.
Afiyet olsun.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

AÇ TELEVİZYONU, AÇ !


Televizyonlarda Ramazan sohbetleri sıcak dolayısı ile açık havada yapılıyor. Yine böyle bir programda Ankara'nın işlek bir yerinde söyleşi yapılıyor. İlahiyatçı profesör bir kadın, evet yanlış yazmadım; Orta yaşın üstünde oldukça şık giyinmiş, bembeyaz saçlarını topuz yapmış hoş bir hanımefendi. Ramazanın manasını anlatıyor. Hem ilahiyatçı, hem kadın hem de başı açık görünce ilgimi çekti izliyorum.
Aslında kelimenin tam manasıyla izliyorum yoksa konuşmaları anlayamadım bile. Programı sunan bey ile ilahiyatçı bayan karşılıklı koltuklarda oturuyorlar. Bulundukları yer park veya ona benzer bir yer. Etrafta gelip geçen, izleyen insanlar var. Kadının tam arkasında izleyen insanların pek çoğunun elinde telefon kameraya bakarak konuşuyorlar. 
Önce aynı anda neden hepsi telefonla konuşuyor acaba diye düşünürken birden fark ettim ki kameranın kendilerini görüntülediğini anlayan vatandaş telefona sarılıp eşe dosta haber veriyor.
- "Makbule çabuk aç televizyonu, ben çıktım."
-"Birol abi şu anda televizyondayım."

İlahiyatçı profesörün arkasında önce bir iki tane, sonra çoğalarak doluştular. Ekrana sığmayanlar  birbirlerinin önüne geçerek görüntüye girmeye çalıştılar. Bazıları telefonda sanki  şirketinin  fizibilite raporlarını açıklıyormuş gibi ciddiyetle konuşuyor, sözüm ona ekrana bakmamaya çalışıyordu. Bazıları resim çektiriyormuşçasına hiç kımıldamadan öylece bakıyordu. 
Sonra aralardan sıyrılarak öne geçmeye çalışan bir adam kopmama sebep oldu. 
Koca göbekli, saçları seyrekleşmiş, mor gömlek, bej pantolon giymiş güleç bir adam öne geçti. Önce uzun uzun kameraya baktı, sonra kemerinde duran telefon kılıfından telefonunu çıkardı  bir yeri aradı. Bu arada kameraya utangaç bir el sallamayı ihmal etmedi. Sanırım aradığı kişi eşiydi aralarındaki konuşma söyle oldu diye hayal ediyorum.
- "Mürüvet bak televizyona çıktım."
- "Allah iyiliğini versin Mahmut, kameraya bakacağına bi önüne bak."
Adam bir an durdu, sonra eğilip önüne baktı. Üzerine iki beden dar gelen mor gömleğinin  altına gelen kısmında düğmesi açılmış göbeği görünüyordu. 


2 Ağustos 2011 Salı

RAMAZANI RAHAT GEÇİRMEK İÇİN BİR KAÇ ÖNERİ


Yaklaşık 32 senede bir aynı tarihe geldiğine göre 18 yaşımda yine böyle bir ramazana denk gelmişim. Üç kez aynı gün Ramazana denk gelmek için sağlıklı ve şanslı olmak gerektiğini düşünüyorum. 
Ağustos ayı en sıcak ay konusundaki hakkını vermek istercesine sıcak, nemli ve boğucu geçerken Ramazan için bazı önerilerim var.
Yılın en uzun günlerini yaşadığımız için oruç tutma saatlerimiz de uzun oluyor doğal olarak. Gün içindeki açlıktan dolayı  iftarda dağları yiyeceğimizi düşündüğümüzden bir sürü yemek hazırlıyoruz. İftarda neredeyse bir çorba ile doyuyoruz. Ondan sonra yenenler "Kalmasın" diye zorla yeniyor. Bu yüzden iftar yemeklerinde abartıya kaçmayalım. Oruç tutmak gün içinde aç kalıp, iftarda tıka basa yiyip mide fesadına uğramak değildir. Abartmayalım.
İftar ve sahurda bol sıvı tüketin.

İftarı çorba ile açmaya özen gösterin. Çorba hem sindirime yardımcı olacak hem de gün boyu çalışmamış midenizi birdenbire yormayacaktır.
Mercimek çorbası posası olması sebebi ile hem tok tutacak, hem de bağırsak hareketlerinizi düzene sokacaktır. Yoğurt çorbası da yaz çorbası olarak Ramazan için edealdir.
İftardan iki saat önce çay demleyin. Demlediğiniz çayı çok koyu olmayacak oranda bir sürahiye boşaltın. İçine bir kaç dilim limon, biraz nane yaprağı atarak buzdolabına koyun. Gece boyunca ve sahurda buzlu çayı tüketin. Ertesi gün susuzluk hissi duymayacaksınız.

İftar için ayran yapın. Bir kaba 1/5 oranında su ve yoğurt koyarak mikser ile çırpın. Bir tutam tuz atın ve dolapta bekletin. Sofraya getirmeden önce içine maden suyu ilave edip tüketin. Sindirimi kolaylaştırır.
İftarda yemeği çok kaçırdınız, sahur için hafif bir şeyler yemek istiyorsanız kepekli tost yapın. Deneyimle sabittir tok tutuyor. Ya da bir tas Corn Flakes içine biraz süt ve bal koyarak tüketin. 
Meyve yemek istiyorsanız yemekten hemen sonra değil en az iki saat sonra yemeye çalışın.
İftar açtıktan bir saat sonra yürüyüş yapın. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak rahatladığınızı hissedeceksiniz. Bu yürüyüşlerde yanınızda sevdiğiniz biri de varsa ne mutlu size.
Hayırlı ramazanlar.